GüncelGündem

Türkiye’yi ayağa kaldıran her olayda onların izi var!

Paylaş:

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile ilgili “çatı iddianamesi”ndeki gizli tanık ifadelerinde, yapılan toplantılarda AK Parti karşısında seçimlerde her bölgedeki en güçlü partinin desteklenmesi talimatı verildiği bildirildi.

Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamenin, “İhbarlar,  Şikayetler ve Tanık İfadeleri” başlıklı bölümünde, FETÖ/PDY’nin usulsüz  dinlemeleri araştırmak için görevlendirilen mülkiye müfettişleri ve polis  başmüfettişlerine ikram ve hediyeler sunduğu, müfettişlerin araştıracağı  konuların önceden tahmin edilerek senaryo kurgulandığı, uydurma, sahte isimler  ile iletilmiş belge ve bilgiler üretildiği, ikna ve baskı odalarında gerçeği  anlatması muhtemel kişilerin baskı altına alındığı ve FETÖ/PDY baskısıyla  ifadeler verildiği kaydedildi.
  İhbar dilekçelerinde Fetullah Gülen’in kurduğu örgütün suç örgütü  olduğu, bazı savcı, hakim, polis, öğretmen ve müfettişlerin PDY emrine girdiği,  Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Adalet ve İçişleri  bakanlıkları, Emniyet Genel Müdürlüğü ile siyasi parti üyesi milletvekilleri ve  Başbakan’ın ailesinin özel konuşmalarının dinlendiği, şantaj ve tehditte  bulunulduğu, çeşitli gazete ve yayın kuruluşlarının gerçek gibi konuşmaları ve  tapeleri yayınladıkları, hükümete darbe girişimi yapıldığı, Gülen’in  Pensilvanya’dan bunları yönettiği, Gezi Parkı eylemlerine benzer sokak  eylemlerinin başlatılması talimatı verdiği, huzuru bozmaya çalıştığı, 17  Aralık’ta yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla Başbakan ve ailesine yönelik harekete  geçildiği, yapılan yayınların çarpık olduğu ve Telekomünikasyon İletişim  Başkanlığı (TİB) üzerinden kriptolu telefonların dinlendiği kaydedilerek,  FETÖ/PDY ile hareket edenlerden şikayetçi olundu.
AK PARTİ’YE HDP DIŞINDA KİMSE ZARAR VEREMEZ
 İddianamede, çalışmaları dolayısıyla “ana mütevelli heyeti”ne alınan  gizli tanığın ifadelerine de yer verildi.
 Gizli tanığın ifadelerinde, üst mütevelli heyetinin Türkiye ve  Amerika’da, bazen de başka kıtalarda toplantı yaptığı, Aralık 2014’te Fatih  Üniversitesi Kampüsü’nde yapılan toplantıda AK Parti’nin karşısında her bölgeden  ikinci parti kimse desteklenmesi talimatı verildiği, AK Parti’ye HDP dışında  kimsenin zarar veremeyeceği belirtilerek, alt birimlerin has daireyi toplayıp bu  konuda HDP’yi destekleme kararı aldıkları, bunun dinen en büyük hizmet algısı  olduğunun yerleştirilmesi talebinin has daireden gelmiş gibi olmasını  kararlaştırdıkları, kült iş adamlarının yurtdışına çıkarılıp kullanılmalarına  karar verildiği, her ülke lobisini kullanarak Recep Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluk  yaptığı konusunda algı oluşturulmasının asıl öncelik olduğunun kararlaştırıldığı  yönünde bilgiler yer aldı.
 FETÖ/PDY’nin yurtdışında Ermeni diasporası, Yahudi lobisi, Mason loca  başkanlarıyla irtibatlı olduğu, Fetullah Gülen’in de bunlarla hediyeleştiği,  yurtdışında futbolcu transferi ile de ilgilenildiği kaydedilen gizli tanık  ifadelerinde, Temmuz 2015’te kıta imamlarının toplandığı, Türkiye’de imamlar  toplantısının bir daha yapılmamasının, her kıtanın kendi içinde toplantı  yapmasının kararlaştırıldığı, Türkiye’deki cemaatin deşifre olmuş yetkili  imamlarının yurt dışına çıkarılarak yerlerine yeni yüzlerin görevlendirilmesi  kararı alındığı belirtildi.
Gizli tanık, 1 Kasım seçimlerinde AK Parti’nin tek başına iktidar  olması üzerine bir imamın kendilerini toplayarak, “Bizim mensuplarımıza biri  söverse siz de onlarla beraber sövün, ‘Kandırıldık’ deyin, devlette deşifre  olmamış arkadaşlarınız var, onlarla irtibatı kesin. O arkadaşlarınız sürekli  cemaate sövüp deşifre olmayarak devlet içerisinde kalıyorlar.” dediğini, cemaatin  bu yolu izlediğini, ikinci emre kadar cemaat düşmanı olarak görünmelerinin  emredildiğini kaydetti.
  Gizli tanık, 30 Mart yerel seçimlerinde AK Parti’nin kazanması üzerine  tabanın moralinin bozulduğunu, toplantı yapıp yeni strateji belirlendiğini,  muhalefetle ilişkiler ve Kürt halkına yönelik kararların burada alındığını,  bulunduğu ülkeye PKK üst düzey yöneticilerinin geleceğinden cemaat üst düzey  imamının haberi olduğunu, imamlar ile PKK’lıların düzenli görüştüğünü, bu  görüşmeleri ülke imamları ve kıta imamlarının yaptığını, değişik zamanlarda  PKK’lı yöneticilerle bunların görüştüklerine şahit olduğunu anlattı.
Almanya’da 2015 yılında bir toplantı düzenlendiğini, bu toplantıda  “Propagandamız işe yaradı, bunlar gidiyorlar. Sıkı çalışmaya devam edin.” kararı  alındığını belirten gizli tanık, paraların Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Afrika  ülkelerine çıkarılmasının kararlaştırıldığını, yabancı devletlerdeki öğrencilere  biner dolarlık burs parası yatırıldığını, bu paranın cemaat tarafından  çekildiğini, öğrencilere verilmediğini, Türkiye’den yurtdışına para transferinde  öğrenci hesaplarının kullanıldığını bildirdi.
ABDULLAH GÜL DE DİNLENDİ
 Hanefi Avcı, Oktay Vural, Yaşar Okuyan, eski Ağrı Valisi Mehmet Çetin,  eski Ankara Valisi Kemal Önal’ın 2008 yılında takip edildiği, eski İçişleri  Bakanı Beşir Atalay’ın makam odasına cemaat tarafından dinleme cihazı  yerleştirildiği yönünde ifade veren bir başka gizli tanık da eski İçişleri Bakanı  Atalay’ın makam odasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile gerçekleştirdiği  görüşmenin çözümünü yaptığını belirtti.
İçişleri Bakanlığındaki cihazın eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin  döneminde de sökülmeyip usulsüz dinlemenin devam ettirildiğini öne süren gizli  tanık, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çankaya Köşkü’ndeki görüşmelerinin ortam  dinlemesi ile kaydedildiği, bu ses kayıtlarının geldiğini, görüşme yaptığı masa  veya yakınında bir yerde böcek bulunduğunu, Gül’ün Başbakan, MHP Genel Başkanı,  İçişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ile görüşme tapelerini çözdüğünü, bu  kayıtları istihbarat şube müdür yardımcısının, iki kez de bir komiserin  getirdiğini bildirdi.
Gizli tanık, iddianamede dinlemelerin harici disk ve flash belleklerle  getirildiğini, bilgisayarlara yükleme yapmadıklarını, ses tapelerini çözerken 11.  Cumhurbaşkanı Gül için “Diken”, eski İçişleri Bakanı Atalay için “Mekir”, eski  İçişleri Bakanı Şahin için “Dursun”, Başbakanlığı döneminde Erdoğan için “Ozan”  şifrelerini kullandıklarını, bunu emniyet amiri ve komiserin istediğini, diğer  devlet adamlarının ise kendi isimlerinin yazıldığını anlattı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının “Fetullahçı Terör  Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)” ile ilgili iddianamesinde,  “Türkiye’de bu cemaat yapılanması, vesayetin yeni versiyonudur. Paralel devlet,  millet ve devlet üzerindeki cemaat vesayetidir.” ifadeleri kullanıldı.
 Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen iddianamede, FETÖ’nün  dini maske olarak kullanıp, dine hizmet ettiği gerekçesiyle kendisini  meşrulaştırmak istediği belirtildi.
 İddianamede, cemaatin, “İslam’ın yayılmasına hizmet eden, dindar  gençlik yetiştirilmesine, ülkesine, devletine bağlı, çalışkan, hayırsever bir  topluluk oluşturulmasına, ülkeyi barışa, huzura ulaştırmak için çalışan, okul ve  yurt açarak gençlerin okuması ve ülkenin kalkınmasına adayan, gariban ülkelere  ilim, irfan götüren, ülkemizin milli marşını, dilini, kültürünü öğretmek için  çabalayan topluluk olarak topluma algılatıldığı” kaydedildi.
 Gerçeklerin ise hizmet hareketinin masum olmadığını, devlet ve toplum  nazarında devleti ele geçirme amacını başarılı şekilde gizlediğini gösterdiği  bildirilen iddianamede, Gülen cemaatinin, başlangıçta devletin pek ilgi  göstermediği din eğitimine önem vererek, toplumda genel kabul gördüğü ifade  edildi.
CEMAAT BİR YANDA İÇKİ İÇENLERİ BÜNYESİNE ALIRKEN…
Cemaatin, modernite ile İslam’ı bağdaştırmış gibi yaparak hem dindar  ve hem modern kesimlerinden destek ve ilgi gördüğü vurgulanan iddianamede,  “Cemaat, bir yanda içki içenleri, kumarbazları, tefecileri bünyesine alırken,  diğer yanda dindar ve muhafazakar kesimlere hitap etmiştir. Toplumdaki her kesime  veya kişiye nabza göre şerbet verilerek meşruluk sağlanmıştır. Din, onlara toplum  nezdinde önemli bir meşruluk alanı sağlamıştır.” değerlendirmeleri yer aldı.
 İddianamede, cemaatin, meşruluk kazanmada yurt içi ve dışındaki eğitim  faaliyetini etkili şekilde kullandığına işaret edilerek, bu yolla meşruluk  kazandığı, toplumun örgüte olumlu bakmasını sağladığı anlatıldı.
Öğrenci çocukların eğitim bahanesiyle evlere alıştırılıp  militanlaştırıldığına işaret edilen iddianamede, başı dara düştüğünde, eğitim ve  yurt dışı okullarının faaliyetini öne çıkararak engellerden sızmayı beceren  cemaatin, yurt dışında okullar açarak devlet nezdinde prestijini artırdığı, bir  yandan devlet ve kamuda kadrolaştığı, bir yandan bu hizmetlerin devamı için  şirketlerine ihaleler aldığı, devlet imkanlarını sınırsız kullandığı, bedelsiz  arsa, para, ekonomik kaynak topladığı bildirildi.
 İddianamede, şu ifadelere yer verildi:
 “Cemaat şirketlerinin her yıl olağanüstü büyümesinin altında yatan  sebep, cemaatin meşruluk kazanıp mali kaynak toplamasıdır. Cemaat, okulları,  yurtları, dershaneleri, basın yayın kuruluşları, haber ajansı, bankaları ile  örgüt için istihdam alanı yaratmıştır. Bu alanlarda çalıştırdığı kişiler  üzerinden de meşruluk kaynağı sağlamaktadır. Cemaat bu yolla ülke ekonomisine  katkı sağladığını iddia ederken, kendi mensuplarına da eserleriyle övünen her yer  ve alanda cemaatin var olduğu ifade edilerek gurur duymaları sağlanmaktadır.  Cemaat, bilgisayar ve teknik işlerde uzmanlaşmaya önem vermiştir. Devletin hemen  her konudaki teknik personelini ve bilişim uzmanlarını yetiştirmiştir. Örgüt,  devletin ihtiyaç duyacağı bütün alanlarda teknik personel yetiştirmiş, kalifiye  eleman için kendisi dışında hiç kimse kalmamasına özel bir özen göstermiştir. Bu  durum ona bir meşrulaşma alanı açmıştır. Toplu olarak kopya çekip devlette  kadrolaşana kadar Fetullahçıların özellikleri, kamu kaynakları ve devlet  imkanlarını kullanan, iyi eğitim almış, yüksek lisans veya doktora yapmış, yurt  dışını görüp tanımış veya yaşamış, yabancı dil bilen, kamu idarelerinde verilen  emre sonuna kadar itaat eden, en iyi şekilde çalışan, işini iyi yapabilen,  disiplinli, işi için elinden gelen gayreti gösteren, en sorunsuz, kalite ve  kalifiye bakımından meziyetli, kabiliyeti yüksek ve zeki, teknolojiye meraklı,  çağın bilgisini öğrenmeye çalışan, açıktan olmasa bile dini vecibelerini yerine  getirmeye çalışan kimselerdir. Ancak bir abinin talimatıyla, bu kadar zeki ve  donanımlı kimselerin her türlü tehlikeye atılan, suç işleyebilen, örgüt menfaati  için her türlü ahlaksızlığı, hukuksuzluğu, çirkinliği, günahı, ayıbı işleyebilir  hale gelmeleri anlaşılamamaktadır. Asker disiplinine sahip örgütte zamanla  bozulma başlamış, kadrolar devlete düşman bir kitle haline getirilmiştir. Bu  durumu fark edenler susturulmuştur. Örgütün işlediği suçlar, başka suçlar  işlenerek üzeri örtülmüştür.”
SÖZDE DARBE PLANI
Örgütün genellikle yargı, silahlı asker ve emniyeti araç olarak  kullandığı vurgulanan iddianamede, FETÖ’nün, “başbakan ve bakanlara suikastları  önlemiş” gibi propaganda yaptığı, hükümete karşı askeri bürokrasinin darbe  yapacağı iddiasıyla birçok “sözde darbe planı” ortaya çıkardığı ve hükümet  nezdinde vazgeçilmez bir güç olduğunu ortaya koyarak mükafat beklediği  belirtildi.
 Bütün bunların FETÖ’yü toplum gözünde meşrulaştırırken, sivil  siyasetin güçlendiği ve askeri bürokrasinin vesayetinin kırıldığı iddiasıyla  kamuoyu desteği sağladığı bildirilen iddianamede, örgütün, onları kendi amaçları  için kullanmak isteyen siyasi parti ve kurumların desteğini aldığı, birçok kişi  ve kuruma boyun eğdirip üstünlüğü ve gücünün büyüklüğünü kabul ettirdiği  kaydedildi. Dünya görüşü olarak ters gibi görünen kişi ve siyasi partilerin  kurumsal desteğini almasının, FETÖ’ye meşruluk kazanmada katkı sağladığı  aktarılan iddianamede, “Toplumun her kesiminde örgütle baş edilemeyeceği, çok  organize oldukları ve gücüne erişilemeyeceği kanaati oluşmuş ve hemen herkes  ülkedeki iyi veya kötü her şeyi örgütten bekler hale gelmiştir.” ifadeleri  kullanıldı.
YARGIDAKİ CEMAAT OPERASYONLARI
Türkiye’nin yakın geçmişinin, askeri darbe ve askerin siyaset  üzerindeki etkisi altında geçtiği hatırlatılan iddianamede, askerin 2002  seçimleri sonrası siyaset üzerindeki gölgesinin açıkça hissedildiği bildirildi.  AK Parti’nin Kasım 2002’de iktidara gelmesiyle askerin, hükümete karşı fiili  tavır alacağına ilişkin emareler üzerine, FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetlerindeki  kadrolarının, dışarıya sürekli bilgi, belge taşıdığı, hükümete askeri belgeleri  gösterip, bilgi vererek, onları bu faaliyetlere inandırdığına işaret edildi.  Cemaatin sahte askeri belgelerle hükümetin şüphesini pekiştirdiğine dikkati  çekilen iddianamede, belgelerin sahteliğinin uzun süre tespit edilemediği  belirtildi.
Askeri yetkililer ve bazı komutanların “Müdahale ederiz, rejimi  değiştirtmeyiz, laiklikten taviz vermeyiz, rejimin sahibiyiz” türü konuşma ve  açıklamaları, “Genç subaylar rahatsız” gibi gazete beyanları, Yargıtay Cumhuriyet  Başsavcılığının parti kapatma dosyasının askerlerce verilen belge ve bilgilerden  oluşması, askerin ölçüsüz bir tavır içerisinde hükümete karşı olduğunu  belirtmesi, 27 Nisan 2007 bildirisi, Cumhurbaşkanlığı seçimine askerin engel  olmaya çalışmasının bu kanıyı güçlendirdiği vurgulanan iddianamede,  Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 27 Nisan 2007’da askerin doğrudan müdahale ederek,  muhtıra verdiği, “sözde değil, özde cumhuriyete bağlılık” siyasi sözleriyle  seçimi yaptırmayacağını ilan ettiği anlatıldı.
 İddianamede, şu bilgiler paylaşıldı:
 “Bu ortamda, 2007’de FETÖ’nün kadrolaştığı özel yetkili savcılar  (mahkemeler), militarizm ve cuntalarla, kirli geçmiş ile hesaplaşma, faili meçhul  olaylarla yüzleşme adına soruşturmalar başlatmıştır. ‘Türkiye demokratlaşıyor,  kirli mazisini ve bağırsaklarını temizliyor’ algısı oluşturulmuş, bu beklenti  toplumdan önemli destek almıştır. Başlayan davaların geçmişle hesaplaşacağı, bu  sayede demokrasi standardının yükseleceği, hukukun egemen olacağı, askerlerin  batı ülkeleri gibi asıl mevzilerine çekileceği, sivil siyasetin hakim olacağı  düşünülmüştür. Böyle ortamda sivil toplum, demokratlar ve aydınlar bu gelişmeleri  başlangıçta genel olarak desteklemiştir. Özel yetkili mahkemelerin hukuka aykırı  bazı işleri bile ‘Bu tip şeyler olabilir, gelip geçicidir, düzeltilebilir, mesafe  alınması, demokratik adım atılması ve büyük bir hesaplaşma içerisinde küçük hata  olabilir’ düşüncesiyle desteklenmiştir. Bütün bunların cemaat operasyonu olduğu,  temelinin haksız olduğu su yüzüne çıkana kadar toplumun geniş kesimleri  gelişmeleri desteklemiştir. Özel yetkili mahkemelerin cemaat egemenliği sağlamak  için haksızlık yaptığı ve cemaati egemen kılmak için devlet sistemine sızan Truva  atları olduğunun fark edilmesi üzerine bu davalar aldığı desteği kısa sürede  yitirip toplumsal tepkiye yol açmıştır.”
“CEMAAT YAPILANMASI, VESAYETİN YENİ VERSİYONUDUR”
Türkiye’de vesayetin, toplum mühendisliğine duyulan istek anlamına  geldiği belirtilen iddianamede, “Türkiye’de bu cemaat yapılanması, vesayetin yeni  versiyonudur. Paralel devlet, millet ve devlet üzerindeki ‘cemaat vesayetidir’.  Bu yeni tip vesayet, askere karşı oluşturulan nefret ve toplum algısıyla  yönetilmiştir.” ifadeleri kaydedildi.
 Cemaatin, TSK’ya karşı hükümeti kendi yanına çekmek için, askerin  hükümet yetkililerine karşı suikast yapacağı iddiasını yayarak, kozmik odada  arama yaptığı, “Başbakana suikast yapılacağı” iddiasıyla operasyonlar düzenlediği  aktarılan iddianamede, şu değerlendirmelere yer verildi:
  “Başbakanın evinin yakınındaki cami minaresine kazaen uçak çarpması,  bazı askeri yetkililerin eşi başörtülü olduğu için bakanlara selam vermek  istemediğinden tavır ve davranış geliştirmeleri, cemaatin usulsüz dinlediği  kişilerin abartılı, ölçüsüz ses kayıtlarını kamuoyuna servis etmesi, askerin  hükümeti istemediği ve ihtilal yapabileceği kanaatini kuvvetlendirmiştir. Örgüt,  hükümete karşı karşıya olunan tehlikeyi ileri sürerek, toplumu bile bir tür  kendisine mahkum etmiştir. Operasyonlar sonrası polis ve savcılar el altından  medyaya dağıtıp yaptıkları yayınlarda karanlık örgütlerin hükümeti devireceği,  suikast yapacağı, sabotajlar olacağı, bunları illegal örgütlerin yönettiği havası  ile hükümet algı olarak idare edilmiştir. Örgüt, polis ve özel yetkili  mahkemelerde görevli hakim ve savcılar eliyle yapmak istediği her şeyi yargı  üzerinden usulsüz olarak yaptırmıştır.
 FETÖ, kamu idarelerinde ülkedeki bütün kurumlarda hakimiyet sağlamak  üzere kadrolaşmıştır. Muhtemel bir askeri müdahalede kadrolarının ezilmemesi için  tedbirli hareket etmiş 2003 ila 2007 yıllarında pasif durumda kalmıştır. Örgüt,  2007’den sonra örgütlenmesini tamamlamış, güç dengesini lehine çevirmiş ve  operasyon hünerini ortaya koymuştur. Anayasa değişikliği, örgütü devlet içinde  çok ileriye taşımıştır ve 12 Eylül 2010 sonrasında artık örgüt kendini devletin  tek fiili hakimi olarak görmeye başlamıştır. Bu durum 17 Aralık 2013 gününe kadar  devam etmiştir.”
İddianamede, Türkiye’nin, sırf Fetullah Gülen cemaatinden olmanın  kamuda atama ve yükselmede yeterli tek kriter olduğu bir dönem yaşadığı  belirtildi.
Kainat imamı inancı ve 7 katlı piramidal yapılanmanın İsmailiye  mezhebi ve köken olarak Zerdüştlük dininden alındığı aktarılan iddianamede,  Zerdüştlük dini ve ondan mülhem İsmaili mezhebinde 7 kat gök gibi örgütlenildiği,  İsmailiye sofilerinin 7 dereceye ayrıldığı, bu esasları aynen Fetullah Gülen’in  de tatbik ettiği aktarıldı.
 Gök ve uzayla ilgilenen ve birçok okul veya şirket ismini buradan  seçen örgüt mensuplarının da benzer bir 7 derece takıntısı ile hareket edilerek  Gülen tarafından 7 tabakaya ayrıldığı bildirildi.
 İddianamede, “İsmailiye tarikatının piri 7’nci derecede oturur ki bu  mertebe, Allah’tan doğrudan emir alan imamlık makamıdır. İmam, helali haram ve  haramı helal yapabilir. Ona mubah olmayan hiçbir şey yoktur. Bu esaslar aynen  Fetullah Gülen’in örgütünde de geçerlidir.” denildi.
FETÖ’de hiyerarşide itaat ve teslimiyetin katı bir kural olduğu  vurgulanan iddianamede, şu ifadelere yer verildi:
 “FETÖ, sivil toplumu kendi haline bırakmayıp, kendine hizmet eden  bağlı kuruluşlara dönüştürmektedir. Kadrolaşma ile yargı, ordu, emniyet ve  bakanlıklar, onun denetimine girip kolluk gücüne dönüşmektedir. Bu durumda  devlete paralel şekilde dikey örgütlenen paralel yapılanma, kayıtsız, şartsız bir  cemaat egemenliği oluşturmuştur. Egemenliği, örgütlenmeyi fiilen yöneten Fetullah  Gülen kullanmaktadır.”
Örgütün, insanlara egemenlik kurduğu alan sunup buna inandırarak  teşkilatlanmasını güçlendirdiğine işaret edilen iddianamede, bu şekilde devletin  egemenliği dışında, ondan ayrı ve paralel bir yapılanma ve dikey örgütlenmeyle  paralel devlet yapılanmasının oluştuğu anlatıldı.
 İddianamede, cemaatin kendini devletin dışında ona hasım ve ondan  üstün yeni bir egemen güç olarak örgütlediği belirtilerek bu yapının, kaynağını  ve meşruiyetini dine dayandıran, hukuk düzeni dışında ve üzerinde, hukuk  düzeniyle çatışan bir güç olduğu kaydedildi.
 7 TABAKA
Örgütün, 7 tabakadan oluşan katı bir hiyerarşik kast sistemine  dayandığına dikkat çekilen iddianamede, kastlar arasında geçişin mümkün olduğu  ancak 4’üncü tabakadan sonrasını liderin belirlediği vurgulandı.
 Gülen cemaatinde bağımlılık ve kademelenmenin en aşırı düzeyde olduğu  belirtilen iddianamede, örgütün 7 tabakası aşağıdan yukarı sırasıyla “Halk  tabakası, sadık tabaka, ideolojik örgütlenme tabakası, teftiş kontrol tabakası,  organize eden ve yürüten tabaka, has tabaka, kurmay tabaka” olarak sıralandı.
Bu tabakalar dışında bir de örgüte sempati besleyenlerden oluşan alt  tabaka bulunduğuna yer verilen iddianamede, sempatizanların örgüt hiyerarşisi  içinde bulunmadığı, örgüte karşı herhangi bir olumsuz düşünce taşımadığı, örgütün  bütün faaliyetlerini illegal bile olsa desteklediği anlatıldı.
Bu kişilerin zaman zaman örgüte maddi yardım yaptığı, devamlı olmamak  şartıyla örgüt lehine bazı faaliyetlere de katıldığı belirtilen iddianamede,  “Bunlar örgütün iç yüzünü bilmeyen, görünüşteki yüzünü gerçek sanan kimselerdir.  Siyasetçi, sanatçı, yazar, gazeteci, akademisyen gibi birçok alana yayılmış geniş  bir sempatizan çevresi bulunan örgüt, zamanı geldiğinde ve en kritik anlarda bu  tabandan yararlanarak lehine fiili durum oluşturmaktadır.” değerlendirmesinde  bulunuldu.
  7 KATMANIN EN ÜSTÜNDE
İddianamede, yapının 7 katmanının en üstünde “Fetullah Hoca Arşı”nın  yer aldığı aktarılarak, 5, 6 ve 7’nci katmanların örgütü yönettiği, 7 ve 6’ncı  katmandakilerin örgütten kopmalarına kesinlikle izin verilmediği, 6’ncı  katmandakilerin, Gülen’in bildiği ve takip ettiği hayati hizmetler olarak  tanımlanan işleri yaptıkları bildirildi.
5’inci katmanda ise çok nadir örgütten kopmalar olduğu ancak  kopanların mutlaka örgüt tarafından takip edilerek etkisiz hale getirildiği  vurgulanan iddianamede, örgütü 4’üncü katmanın bir arada tuttuğu, hizmet denen  işleri ise ilk 3 katmandakilerin yaptığı belirtildi.

HÜCRE TİPİ ZİNCİR YAPILANMA

FETÖ’nün, örgütün deşifre olmaması ve devletin örgüt yapısını çözmekte  zorlanması için ayrıca örgütü hücre tipinde yatay örgütlediği bilgisine yer  verilen iddianamede, hücrelerin genellikle en fazla 5 kişiden oluştuğu ve bir  abla/abiye bağlı olduğu ifade edildi.
 İddianamede, hücredeki kişi sayısının bazı kurumlar için 3, TSK gibi  bazı kurumlar için 1 olduğu, örgütün, her lokması 1 hücreden oluşan zincirler  şeklinde üst imamlara ve nihayet ülke, kıta ve üst örgüt yöneticilerine  bağlandığı anlatıldı.
Örgütün, kamu kurumları içinde bir hücre ile başlayıp kadrolaşma  sağlandıkça başka hücrelerin eklenmesiyle veya büyüyen hücre bölünerek yeni hücre  oluşturulup sohbet grubu şeklinde yapılandığı, her hücreye sorumlu bir imam  atanarak yapılanmanın genişlemesinin sağlandığı bildirildi.
 Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hakim ve önderin Gülen olduğu ve örgüt  içinde kainat imamı görüldüğü ifade edilen iddianamede, şunlar kaydedildi:
“Şüpheli Fetullah Gülen, terör örgütü kurup bilfiil yöneterek devletin  anayasal düzeninin üzerinde bir cemaat vesayeti kurmak, demokratik devlet  özelliğinin ortadan kaldırılması suretiyle gizli bir güç olarak perde arkasından  devleti yönetmek üzere faaliyet yürütmektedir. Örgütün işlediği bütün suçları  üstlenmiştir ama devlet için paralel bir yapılanma olmadığını ileri sürmektedir.  Ortaya çıkan vahim olaylar ve sabotajlar, hükümeti devirmek için başlatılan  sistemli, devamlı hareketler, devlet organlarının birbirine düşürülmesi,  casusluk, usulsüz dinleme ve izleme, hukuka aykırı fişleme gibi binlerce suçu  işleyen örgütü yöneten kişidir. Bütün bu suçlar ve haksızlıklar onun şahsi  kaprisi, kibri, kendini ve örgütünü üst bir seviyede seçilmiş ve ilahi bir  vazifeli olarak görmesi, hırsı ve iktidarı ele geçirme, yönetme arzusundan dolayı  işlenmiştir. Kainat imamlığı, örgütün her türlü işi ile ilgilenip üst karar veren  temel ideolojik ve doktriner birimidir. Bütün işler, örgütte kainat imamının  talimatıyla yürümektedir. Örgüte kainat imamı her hafta sesini internet üzerinden  duyurmaktadır. Örgütün kadrolarının topladığı bütün bilgi ve belgeler, örgütü  yöneten kişide toplanır.”
  “GÜLEN’İ YARI TANRI KONUMUNA GETİRMEK İÇİN…”
 Gülen’in şahsi bilgilerine ve kısa hayat hikayesine de yer verilen  iddianamede, tam isminin “Fetullah” olduğu, bu ismin 1844 yılında İran Şahı’na  suikast düzenleyen Bahai fedaisi “Fethullah Kami” adlı kişiden alındığı  aktarıldı.
Gülen’in doğum tarihi 27 Nisan 1942 iken, yılın nüfus kayıtlarında  1941 olarak düzeltildiği anlatılan iddianamede, yaşını vaiz sıfatıyla memur  olmaya yeterli gelmediğinden büyüttüğü belirtildi.
  İddianamede, Gülen’in, sohbetlerinde doğum tarihini 11 Kasım 1938  olarak açıkladığına işaret edilerek “Kendini mehdi olarak gördüğünden, deccal  kabul ettiği Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm tarihini kendisine doğum tarihi  seçmiştir. Mehdinin ahir zamanda zuhur edeceğine inandığı için ‘deccal öldü,  mehdi doğdu’ inancından dolayı bunu iddia etmektedir.” denildi.
Gülen’in, doğum tarihi ve seyitlik konusundaki tahrifatının, geçmişte  en yakın adamlarından Nurettin Veren tarafından, “Fetullah Gülen’i yarı tanrı  konumuna getirmek için sinsice yollara döşenen mihenk taşlarıdır.” sözleriyle  anlatıldığına yer verilen iddianamede, en çok kullandığı mahlası olan “Dahhak”ın  İran mitolojisinde, zalim, insan beynini yarasına süren kişiyi ifade ettiği  vurgulandı.
 İddianamede, Fetullah Gülen’ın, istihbarat örgütleriyle irtibatlı  olduğu ve istihbari bilgiler aldığı da belirtildi.
İstihbari kurumların örgüt hakkında 12 Eylül 1980 askeri darbesine  kadar takip yaptığı, darbe sonrasında ise hiçbir adli soruşturma ve takibata  uğramadığı anlatılan iddianamede, Gülen hakkında çıkarılan yakalama kararının 6  yıl infaz edilmediği, 6 yıl sonra yakalandığında aynı gün dönemin Başbakanı ve  İçişleri Bakanı’nın devreye girmesiyle serbest kaldığı ifade edildi.
Gülen’in yakalanmamasının onun kerameti olmadığı, dönemin devlet  adamlarının din adamı görünümünden dolayı merhamet edip, koruyup kollamalarından  kaynaklandığı kaydedildi.

CIA İLE İLİŞKİSİ

 Gülen’in CIA ilişkisinin 1983 yılında Moon Tarikatı’nın Türkiye’deki  uzantısı Kasım Gülek üzerinden sağlanan irtibatla başladığı aktarılan  iddianamede, şunlara yer verildi:
 “Resmi adı Birleştirme Kilisesi olan Moon Tarikatı’nı kullanarak  komünizme karşı blok oluşturmak isteyen ABD, Türkiye’de komünizmle mücadele  kuruluşlarına destek vermektedir. Komünist harekete karşı olan Fetullah Gülen’in  de bu politika çerçevesinde Türkiye’de desteklenip büyümesini sağlamış, lise ve  kolejler açmasına izin verilmiştir. Komünizmin yıkılmasından sonra okulları  yabancı ülkelere de yayılmış, Gülen’e bağlı vakıf ve şirketler, 1992’den sonra  Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Kafkasya ve Balkan ülkelerinde kolejler açmışlar,  Asya ve Afrika’ya da bu okullar yayılmıştır.
 ABD, Fetullah Gülen’in okullarının yayılmasına yardımcı olmuş, her  ülkenin kapısı cemaat için açtırılmıştır.”
Türkiye’de 28 Şubat sürecinin tek kazananının Gülen olduğu ifade  edilen iddianamede, yurt dışına çıktığı tarihe kadar Ankara’da Samanyolu  Koleji’nde, İstanbul’da ise FEM Dershanesi Altunizade Şubesi’nde kendisine tahsis  edilmiş özel mekanlarda konakladığı anlatıldı.
GÜLEN 28 ŞUBAT’TA PANİĞE KAPILDI
İddianamede, “Gülen, kendisini önemli göstermek için 1990’lı yıllarda  Türkiye’deki önemli devlet adamları ve siyasetçilerle yakınlık kurup Turgut Özal,  Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit ile görüşmüştür.  Amerikan gizli servisi CIA Başkanlığına getirilen Morton Abromowitz ile 1983 ve  1990 yılları arasında görüşüp dostluk kurmuştur. Abraham Foxman ile Papa II. John  Paul ile görüşmeler yapmıştır. Siyasi yönden cemaatin oy potansiyeli fazla  olduğuna inanıldığı için siyasiler kendisini muhatap almış ve bunu fırsat bilerek  siyaset alanına zaman zaman yön verip etkili olmuştur.” değerlendirmelerinde  bulunuldu.
Gülen’in 28 Şubat döneminde paniğe kapıldığı, uzun süre ABD’de  kaldığı, hükümet ve CIA yetkilileri ile görüştüğü belirtilen iddianamede, bu  hareketiyle kendisine Türkiye’de karşı olan kesimleri “arkamda Amerika var”  mesajı ile tehdit ettiği ve bunda başarılı olduğu kaydedildi.
 Gülen’in, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından  korunan şahıslardan biri olduğu ve kendisine resmi koruma tahsis edildiği  vurgulanan iddianamede, usullere aykırı olarak bu koruma faaliyetinin yurtdışında  da sürdürüldüğü bildirildi.
 İddianamede, ABD’de eğitim için bulundurulduğu iddia edilen bazı  emniyet personelinin gerçek amacının onu korumak olduğu belirtildi.
 Gülen’in, ABD’nin Pensilvanya eyaletindeki karargah olarak kullandığı  çiftliklerden oluşan merkezden örgütünü yönettiği ifade edilen iddianamede, şu  tespitlerde bulunuldu:
  “Gülen, birçok kez devletin üst düzeyindeki yöneticilerin geri dönmesi  için yaptığı çağrılara uymayarak, devleti ele geçireceği günü örümcek ağı kurup  sabır ve sebat ederek beklemiştir. Örgüt lideri, önceden batıya karşı çıkıp  söylem geliştirirken, sonradan bu ifadelerinden çark edip onlara yaranmak, dinde  radikal olmadığını, onların istedikleri ölçüde ılımlı olduğunu, dinler arası  diyaloğu baş tacı yapacağını gösteren ifadeler kullanmıştır. Küresel sermayenin  Türkiye’deki çıkarlarını savunmak için örgütünü kullandırmaya başlamıştır. ABD’de  açtığı dava üzerine araya konan, ‘referans’ denen torpil ve verilen sözlerle  süresiz oturma hakkı sağlayan yeşil kart sahibi olmuştur.”
İddianamede, Gülen’in ABD vatandaşlığına geçtiğine dair iddialara da  yer verilerek, yaklaşık 100 bin dönüm arazi üzerinde kurulu 8 villa ve bir  ikametgahtan oluşan kampüste, olağanüstü güvenlik tedbirleri altında yaşadığı ve  örgütü buradan idare ettiği bildirildi.
GÜLEN’İN EĞİTİMİ
Gülen’in toplam iki ya da iki yıldan biraz fazla süre eğitim gördüğü,  akademik ve profesyonel eğitiminin bulunmadığı, söylediklerinin sığ bilgilerden  oluştuğu anlatılan iddianamede, basit bilgileri ağlayıp sızlayarak, kendinden  geçerek karşısındaki kitleye anlattığı, hitabet gücü ve ustalığı sayesinde Adolf  Hitler gibi muhataplarını etkilemeyi becerebildiği belirtildi.
 Örgütün internette yayınladığı ve kamuoyuna “hocanın bedduası” olarak  yansıyan videodaki hal ve hareketlerin Gülen’in içinde bulunduğu ruh halini ve  psikolojik durumu sergilediği, gerçek bir din adamının hoşgörü ve sakinliğinin  onda bulunmadığı aktarıldı.
  Emekli bir vaiz olan ve başka bir geliri bulunmayan Gülen’in, ABD’de,  örgütün din adına kandırıp topladığı himmetlerinden aktarılan gelirle müreffeh  bir hayat sürdüğü aktarılan iddianamede, “Şüpheli, Türkiye’de ekonominin önemli  bir kısmına hükmeden devasa bir örgütü yönetmektedir. Bu örgütlenme, kendisinin  masraflarını, geçimini ve Pensilvanya’da rahatça yaşamasını temin etmek için  elinden geleni yapmaktadır. Türkiye’de çeşitli yollarla toplanan himmetin yüzde  10-15’i doğrudan şüpheli Fetullah Gülen’in kasasına gitmektedir.” ifadeleri yer  aldı.
 Gülen’in örgütünü devlete karşı kışkırttığı ve siyaseten taraf olduğu  belirtilen iddianamede, şu değerlendirmelere yer verildi:
  “Gülen, örgütün daha fazla suça karışmasını önlemek yerine  açıklamalarıyla örgütü daha da terörize edip devlet ve siyasal iktidar düşmanı  haline getirmiş, gizlediği amacını gerçekleştirecek ordu olarak örgütünü  görmüştür. Sağlık problemlerine ve yaşı ilerlemiş olmasına rağmen, kendisine  bağlı gazetelerin yayın politikasından, TV’de yayınlanan bir dizinin senaryosuna,  ziyaret edilecek bir iş adamına verilecek hediyeden, Afrika’daki bir devlet  görevlisine gönderilecek kutlama mesajına kadar kendisinden talimat alınan bir  lider konumundadır. Çeşitli internet sitelerinde yer alan ses kayıtlarından da bu  durum açıkça anlaşılmaktadır.”
Gülen’in, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüyle ilgili açıklamalarına da yer  verilen iddianamede, “Yazıcıoğlu’nun ölümünün hemen peşinden bu açıklamanın  yapılması ve unutturulmaya çalışılması oldukça tuhaftır. Konuşmadaki siyasi özel  vurgular, onun ve örgütünün bu işte parmağı olabileceğini ve unutturmak için  çalıştıklarını göstermektedir.” ifadeleri kullanıldı.
 İddianamede, Gülen’in örgüt yöneticisi olduğuna delil olarak, çok  sayıda konuşma ve açıklaması da yer aldı. Örgütün yurt içi ve dışındaki  yapılanmasına ilişkin ayrıntılara da yer verilen iddianamede, kurum imamları,  bölge imamları da tek tek sayıldı.

TSK’DAKİ ÖRGÜTLENME

 Fetullah Gülen ve cemaatinin, 1971 yılından itibaren Türk Silahlı  Kuvvetleri içinde örgütlenmeye çalıştığı ifade edilen iddianamede, örgüt içinde  faaliyet gösteren talebe imamları aracılığıyla örgüt evlerinde, okullarda ve  yurtlarda askeri lise ve harp okullarına öğrenci hazırlandığı belirtildi.
 Bu faaliyetlerin 1984’ten sonra yoğunluk kazandığı aktarılan  iddianamede, o dönemde TSK içine yerleştirilen bu öğrencilerin birçoğunun şu anda  kurmay albay veya general rütbesinde olduğu bildirildi.
 TSK’dan 1983-2014 döneminde Fetullah Gülen grubuna mensup olduğu  gerekçesiyle 400 personelin ihraç edildiği bilgisine yer verilen iddianamede,  TSK’nın 2003 yılından sonra Fetullahçı olduğunu bildiği hiç kimsenin ilişiğini  kesmediği, bundan sonra inisiyatifin örgüte geçtiği ve TSK içinde bu örgütten  olmayan veya muhalif olan herkesin tasfiye edilmeye başlandığı kaydedildi.
İddianamede, FETÖ’nün, askeri denetim altına almak için çok çalıştığı  vurgulanarak, Ergenekon ve diğer askeri davaların, sivil siyaset üzerindeki  askeri vesayetin kaldırılması için değil, örgütün TSK üzerinde egemen olması için  gerçekleştirildiği ifade edildi.
 Bugün TSK içinde, önemli oranda kurmay subay olarak FETÖ mensubu  bulunduğu iddiasına yer verilen iddianamede, “Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki  FETÖ yapılanması endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Askeri disiplin ve  hiyerarşinin dışında bir de örgütlü TSK cemaat yapılanması bulunmaktadır. Bu  yapıyı kuranlardan tanık K.Ö, TSK’nın içinde en az yüzde 60 ile yüzde 80 FETÖ  mensubu olduğunu anlatmıştır.” ifadesine yer verildi.
TSK içindeki FETÖ mensuplarına yönelik hiçbir ciddi çalışma  yapılamadığı öne sürülen iddianamede, “Somut delil olmaması, Balyoz, Ergenekon  gibi davalarla TSK’nın yıprandığı, bir de FETÖ unsurlarına yönelik yapılacak  çalışmanın TSK’yı huzursuz edeceği, motivasyonu düşüreceği ileri sürülerek,  FETÖ’nün askeri yapılanmasının araştırılması önlenmektedir. Gerçekte somut  deliller olmasına rağmen TSK bünyesindeki FETÖ mensuplarına karşı etkili bir  tedbir alınmamaktadır. FETÖ, en çok bu kuruma sızıp TSK’yı darbeci, hükümet  düşmanı, ateist bir yapı olarak algılatmış, itibarsızlaştırıp, kağıttan kaplan  olduğunu ilan ettirmiştir.” denildi.
EMNİYET’TEKİ ÖRGÜTLENME
 İddianamede, Gülen’in 1970’li yıllardan itibaren çekirdek bir kadro  oluşturup 13-18 yaş grubu öğrenciler üzerinde çalışmaya başladığı, emniyete kadro  yetiştiren polis koleji, polis akademisi ve polis okullarının örgüt mensuplarını  yönlendirdiği belirtildi.
 1980’li yıllarda Gülen’in yetiştirdiği öğrencilerin polis koleji ve  polis akademisine girdiği, gizli olarak yıllarca faaliyet yürüttüğü ve Emniyet  Genel Müdürlüğünün kadroları içinde bu yapının üyelerinin teşkilatlandığı  anlatılan iddianamede, 1990’lı yıllarda emniyette yaşanan bazı olayların Gülen  ile ilişkisi anlatıldı.
  Emniyet teşkilatında polis kolejleri, polis akademisi ve polis  okullarında, ışık evlerinden yetişmiş birçok örgüt mensubunun sızarak  kadrolaştığı belirtilen iddianamede, “FETÖ, emniyet içindeki gücünü giderek  artırmış ve tedbir uygulayıp gizlenerek mevcut sistemle savaşmak yerine, devletin  kurumlarını ele geçirme hedefini izleyerek kadrolaşmaya devam etmiştir. Örgüt  emniyet içindeki güç dengesi lehine döndüğünde, arşivleri örgüt amacına  kullanmış, istihbaratı örgüt istihbaratı gibi tekeline almış, toplumun bütün  kesimlerinin özel bilgilerini ele geçirip bu bilgileri kullanmış, usulsüz  dinlemeler yaparak herkesi takip edip örgüt amacına göre toplumu baskı ve korku  altına almıştır.” ifadelerine yer verildi.
 İddianamede ayrıca, örgütün, kamu görevlilerini itibarsızlaştırmak,  meslekten ihracını sağlamak için operasyonlar gerçekleştirmek gibi örgütsel  hedefler doğrultusunda Emniyet Genel Müdürlüğünün kaçakçılık ve organize, terör,  istihbarat gibi stratejik operasyonel birimlerini kullandığı belirtildi.
Örgütün güçlü bir istihbarat ağına sahip olduğu aktarılan iddianamede,  kamu kurumlarında çalışan örgüt mensuplarının elde ettikleri bilgileri örgüte  aktardığı ve toplanan tüm bilgilerin bir havuzda toplandığı bildirildi.
 İddianamede, örgütün hedeflerine ulaşmak için bu havuzdaki bilgi ve  belgeleri amaca uygun hale getirerek hasım cephedeki kişi ve kurumlar aleyhinde  kullandığı, bu sürecin de olayın örgüte yakın medyaya sızdırılması ve kamuoyu  oluşturulmasıyla başladığı kaydedildi. Bu kapsamda örgüt tarafından yapılan  usulsüz dinlemeler, fişlemeler de iddianamede yer aldı.

FETÖ’NÜN SİLAHLI GÜCÜ VE SİLAH KULLANMA KAPASİTESİ

İddianamede, küçük yaşlardan itibaren çeşitli aşamalardan  geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ’nün bir neferi olarak  emniyet teşkilatındaki meslek hayatlarına başlayan örgüt mensuplarının da şeklen  “devletin personeli” gibi gözükse de bu kişiler için aslında örgüt aidiyetinin  diğer tüm aidiyetlerden önce geldiği belirtildi. İddianamede, şunlar kaydedildi:
“Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde yapılanan  FETÖ, emniyet birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin  verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Devletin idari mekanizmasındaki  kadrolarını ele geçirip, kamu gücünü ve yetkisini kullanarak, soruşturma ve dava  sürecinde yine devletin yasal mevzuata göre verdiği silah ve diğer mühimmatları,  sahte, kumpas ve komplo kurmak için amaca aykırı kullanılmak suretiyle hedefte  olan kişi ve kurumları etkisiz hale getirmek, cebir ve şiddet unsurunu  taşımaktadır. FETÖ mensubu kamu görevlileri, kendilerine verilen silahın  soruşturma ve tahkikat görünümü altında zorlayıcılık etkisini örgüt amacı için  kullanmaları nedeniyle terör örgütünün silah unsurunu gerçekleştirmişlerdir.”
 “En büyük tehlike, tehlikeyi fark edememektir” ifadesi kullanılan  iddianamede, FETÖ’nün, kaba kuvvet kullanan klasik terör örgütlerinin aksine  alışılmışın dışında taktik ve stratejiler izlediği, bu yüzden örgüt jargonunda  “tedbir” olarak tanımlanan gizliliğe büyük önem verildiği vurgulandı.
 Uyguladığı gizlilik-takiye-tedbir nedeniyle görünür olmayan bir  örgütle mücadelenin zorluğuna işaret edilen iddianamede, “Algı yönetimini  profesyonelce yapan, insan kaynağı, ekonomik yapısı ve öğretisi şeffaf olmayan  böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda  başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenerek bugünlere gelen FETÖ, hukuki görünümlü  hukuksuzluğu temel yöntemi haline getirmiş, elde ettiği kamu gücünü topluma  hizmetten ziyade kendi örgütsel çıkarları doğrultusunda kullanmış, gizlendiği  mevzilerden farklı maskelerle konjonktüre göre kendisine müttefik olarak  seçtikleriyle birlikte hareket ederek, müttefiklerini ve rakiplerini teker teker  ortadan kaldırmış, böylece tüm anayasal kurumlarıyla devleti, siyaseti ve toplumu  ele geçirmeyi amaçlamıştır.” değerlendirmesinde bulunuldu.
ÖRGÜTÜN YARGI AYAĞI
Örgütün yargıdaki yapılanmasına da değinilen iddianamede, FETÖ’nün  karşısına çıkan her engelin yargı kullanılarak aşıldığı belirtildi.
FETÖ’nün, 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa referandumu sonrasında yeni  oluşturulan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda (HSYK) seçimle gelen üyelikleri  elde ettiği aktarılan iddianamede, bu HSYK’nın örgüte mensup 160 hakim ve savcıyı  Yargıtay üyeliklerine atadığı, yeni seçilen üyelerle örgütün Yargıtayda tek söz  sahibi olduğu ifade edildi.
  İddianamede, özel yetkili mahkemelerin baktığı örgütün kumpaslarından  oluşan davaların, Yargıtayda onaylanmaya başladığı, hiç kimsenin artık örgütün  elinden kurtulamayacağının fiilen ispatlandığı belirtilen iddianamede, Balyoz  gibi bazı haksız kararları Yargıtayda onaylatan FETÖ’nün, örgütün yargı kanadının  gerçekleştirdiği bütün hukuksuzlukları hukuka uygunmuş gibi topluma algılattığı  kaydedildi.
Cemaatin illegal kanadının, 17 ve 25 Aralık’ta emniyet ve yargı  üzerinden hükümete en etkili darbeyi vurmak üzere harekete geçtiği ifade edilen  iddianamede, “Örgüt, yolsuzluk soruşturmaları bahane edilerek, Selam Tevhid, İran  casusluğu gibi soruşturmalarla hükümeti yıkmayı, başbakanı siyasetin dışında  bırakmayı denemiştir. Hükümetin küçük ama etkili hamlesi FETÖ’ye zamanlama hatası  yaptırmış, başbakanın direnişi, halkı yanına alarak meşru zeminde destek bulması,  darbe teşebbüsünü başarısız kılmıştır. Yargıyı araç olarak kullanıp hükümeti  devirmeye teşebbüs etmek örgütün yargıda çok güçlendiğini göstermektedir.”  denildi.
 Cemaat emriyle karar veren yargı mensuplarının Türkiye’de yaptıklarını  kabullenmenin akla ziyan bir sapkınlık olarak nitelendirildiği iddianamede,  “Yargı dün bir cemaat abisinin tekelinde ve emrinde hareket ederken, bugün  devletin egemen bir erki olarak hareket etmekte, bağımsız ve tarafsız  davranmaktadır. Türkiye Devleti, Cumhuriyetten vazgeçip bir cemaat devletine  dönüştürülememeli, küresel egemen güçlerin emrinde taşeron bir cemaatin oligarşik  hakimiyeti, devlet üzerinde egemen olmamalıdır.” ifadeleri kullanıldı.

Paylaş:

Sağlık İçin Kızılötesi Karbon Isı Boyası
Canlıların, özellikle de insanların sağlıklı yaşayabilmek için kızılötesi ışınlara ihtiyaçları vardır. Ancak bir aylık bir sürede yoğun bir şekilde alınan güneş ışınlarının depolanması mümkün değildir. On iki ay boyunca alınacak terapi kalitesindeki kızılötesi ışınlar ise sayısız fayda sağlar.

  • Hücre sisteminin yenilenme gücünü artırır,
  • Kan dolaşımını hızlandırır,
  • Kronik yorgunluğu azaltır,
  • Bağışıklık sistemini güçlendirir,
  • Astım, alerjik rinit gibi solunum yolu rahatsızlıkları olan hastalar için en sağlıklı ısıtma sistemidir,
  • Kas ağrıları, sırt ağrıları ve eklem rahatsızlıklarını azaltır,
  • Bazı kanser türlerinin gelişimini engelleme özelliğine sahiptir,
  • Şeker hastalıklarının yan etkilerini azaltır,
  • Fizyoterapi tıp merkezlerinde doğrudan kullanılır.

Tıbbi araştırmalar, uzun dalga boyundaki ışınların terapi etkisi yaptığını, hiçbir zararlı yan etkisinin olmadığını ve insan vücudu için en uygun sıcaklığı sağladığını göstermiştir. Uzun dalga boyunda, terapi kalitesindeki kızılötesi ışınlar ile ısıtma sistemi olarak geliştirilmiş olan SRN  Kızılötesi Isı Boyası, güneşin altında ısınma hissini on iki ay sağlamaktadır. SRN Kızılötesi Isı Boyası, uygulandığı ortamı sadece ısıtmakla kalmaz; aynı zamanda bir fizyoterapi merkezine çevirerek, içinde yaşayanların sağlığına katkıda bulunur.
Uzun dalga kızılötesi, radyan ısıdır; yüzünüzde güneşin veya odun ateşinin sıcaklığını hissetmekle aynı histir. Hatta kendi vücudumuzun da yaydığı ısı türüdür. İnsanlığın bildiği en temel ısınma şeklidir. Önce objeleri ısıttığı, ısınan objelerin de ısı yayarak çevreyi sıcak tuttuğu için binlerce yıldır tercih edilmiştir.
Bugün, yüksek enerji verimliliğine sahip SRN Kızılötesi Isıtma Teknolojisi, estetik ve konforlu bir şekilde radyan ısıyı çevre dostu olarak kolayca tekrar kullanabilmemizi sağlamaktadır.
Geçtiğimiz yüzyılda insanoğlunun konforlu olması sebebiyle tercih ettiği konvansiyonel ısıtma sistemlerinin (petek, klima vb.); yakın gelecekte yerini tekrardan kızılötesi ısıtma sistemlerine bırakması kaçınılmazdır.
SRN KIZILÖTESİ KARBON ISI BOYASI HAKKINDA BAZI BİLGİLER

  • SRN Kızılötesi Isı Boyası havayı kurutmaz ve havayı değil sizi ısıtır.
  • 24 V Elektrik ile çalışan Kızılötesi Isı Boyası sistemi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla kombine çalışabilir. (Güneş ve Rüzgar enerjisi)
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası Üstüne duvar kağıdı,sıva ve boya gibi ürünler ile uygulanabilir özelliklere sahip bir üründür.
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası’nın boyandığı ortamda nem ve küf olmaz.
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası mekanik tesisat ve bakım gerektirmeye bir üründür.
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası anında ısınma ve homojen ısı dağılımı sağlar.
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası sağlıklıdır, nefes hastaları (bronşit vb) için en uygun ısıtma teknolojisidir.
  • Su bazlı karbon kaplamalar ek veya ana ısıtma da mükemmel olarak kullanılabilir.
  • Pars alüminyum tozu,pars bakır tozu,Pars Çinko Tozu,Pars Grafit Tozu,Pars Kurşun Tozu,Pars demir tozu,pars kurşun oksit,pars kurşun oksit sülyen,pars kurşun oksit mürdesenk,pars fire assay flux,pars nitrik asit,pars hidroklorik asit,pars sülfürik asit,pars hidrazin hidrat,pars kaolin,pars sepiyolit,sunsep,sundiyo,sunmag,pars zeolit,pars 67 mangan dioksit,pars85 mangan dioksit,hadjin yılan kovucu,parsvet yara tozu,pars lime sülfür,nanotozlar,yemkat.com,sunshield kaolin,sunshield sıvı kaolin,pars silisyum karbür,silisyum karbür,dmr74 mangan dioksit,pars magnezyum sülfat,pars magnezyum sülfat anhidrat,pars magnezyum sülfat monohidrat,pars magnezyum oksit,pars bakır sülfat,pars demir sülfat monohidrat,pars kalay sökücü,pars nikel sökücü,süren vollastonit tozu,pars volfram  tozu,pars molibden tozu,pars antimon oksit,pars potasyum hidroksit,pars potasyum silikat,kimyadeposu.com,claypacks.com,demsil silikajel,demsil kil paketi,demsil nem alıcı,nemal nem alıcı,pars sodyum metabisülfit,pars sodyum bisülfat,pars magnezyum nitrat,pars sodyum persülfat,pars kalsiyum sülfat,pars kalsiyum sülfat dihitrat,pars hayvan altlığı,pars sodyum lignosülfonat,pars maden tozları,pars metal tozları,pars yem katkıları,pars nanotozlar,pars çinko oksit,sunshield sıvı kaolen,süren titanyum tozu,pars bakır oksit,demsil silikajel,süren otocam çizik giderici,pars seryum oksit,süren ferro vanadyum tozu,pars spekülarit,süren bit-pire kovucu,süren bakır tozu,süren teknoloji,bakır tozu,
  • DMRSÜREN KİMYA LTD.ŞTİ
  • 05523307100-05325466184
  • www.kimyadeposu.com,www.claypacks.com,www.nanotozlar.com,www.netyerim.net
  • www.potasyumsilikat.net,www.kursunoksit.com,www.parsman.com.tr,www.parsgrafit.com.tr
  • www.parox.com.tr,www.sepiyolit.net,

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu