Bu konuda çok önceleri aynı isimli bir yazı yazmıştım sanırım. Ama yinelemekte yarar var ve tam da zamanı gibi… Bu fıkrayı çoğunuz bilirsiniz; Arnavut zenginlerinden ancak safça biri karısının kendisini aldattığını düşünerek bir casusu tutar ve her dakika karısını izlettirir. Karısı fındık kırmaya devam etmekte ve cilveleriyle her zaman da kocasını masumluğuna inandırmaktadır. Casus bir akşamüstü telefon eder; “karınız şu anda eve bir erkek aldı, ne yapayım?” der. Koca da “du bakali n’olecek? İzlemeye devam et” der. İlerleyen saatlerde konuşmalar sürer; “Karınız çırılçıplak soyundu ve yatağa uzandı; — Du bakali n’olecek? Yabancı adam da soyundu ve karınızın yanına uzandı; –Du bakali n’oleck? Karınızla o yabancı adam……; Du bakali n’olecek?”
İşte yıllardır yaşadıklarımız bu fıkraya benziyor!…
— 1923’te Cumhuriyet kurulduğu günden beri sinip saklananlar her fırsat bulduklarında zehirlerini kustular. Halen ne olduğunu yeterince kavrayamamış halkı, cumhuriyetin onlara sunduklarına rağmen kul olmaktan çıkıp vatandaş olmanın Allaha karşı gelmek, padişahı üzmek olacağı ile kandırdılar. Görmezden duymazdan mı geldik? Yoksa “du bakali n’olecek?” mi dedik?
— Siyaseti demokrasiye uygun çok partili hale getirdiğimiz andan itibaren tek koşul olan “dinin siyasette kullanılmaması” ilkesini daha ilk günden yıktıklarında;
— Tüm değer yargılarını toplumsal kalkınma yerine kişisel büyümeye, bunun için de vatandaşı tekrar kul yapmaya çabaladıklarında, seçme ve seçilme hakkının kutsallığını emirle verilen “seçtirme” kavramına indirgediklerinde;
— Kurtuluş ve Kuruluş döneminde tek ve ana hedef olan “Tam bağımsızlık” ilkesini “ABD mandacılığı” haline getirdiklerinde;
— Ülkede eşit vatandaşlık, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, hak arama ve örgütlenme özgürlükleri tek tek yok edildiğinde;
— Siyasetin temelinin halka hizmetten çıkarılıp kişiye kölelik haline getirildiğinde;
— İnsanlarımızın özgürce düşüncelerini savunabilecekleri, bunu yaparken din, dil, etnik köken, cinsiyet gibi kavramların siyasi malzeme yapılamayacağı öğretilirken tam da bunun tersine halkı “yandaşlar ve diğerleri” olarak bölmeye çalıştıklarında;
— Atatürk’ün adını anmaya bile tahammül edemeyen bu kişilerin T.C. levhalarını bile sökerek adım adım iktidara tırmanmalarında;
— Sonuçta ülkenin Cumhuriyet rejimini; Parlamenter Demokratik Sistemini değiştirerek Tek Adamlık sistemini getirdiklerinde;
Bizler ne yaptık? “Du bakali, n’olecek?” mi diyorduk?
Şimdi ülkemizin, yıllar önce açıklanmış ve bize de eşbaşkanlık lütfedilmiş BOP Projesinin gereği olarak, tıpkı diğerleri gibi, acımasızca ve göstere göstere önce hükümet etme şekli değiştirilirken, sonra da coğrafyası değiştirilecekken öyle saf saf bakmayı sürdürecek ve yine “Du bakali n’olecek?” mi diyeceğiz?
Şu anda önümüzdeki yerel seçimler bu gidişimizin ne yöne olacağını beynimize bir paslı çivi gibi çakacaktır! Ya projenin ikinci ayağını onaylamış, ya da yeniden taze bir umudun küllerini ateşlemiş olacağız.
Artık gözümüzü dört açıp “Du bakali n’olecek?” diyenleri de uyandırma zamanımız gelmiş ve geçmektedir. Bazıları için yatakta tepişmekte olan fıkra konusu kadının kocası rolü normal ve gülünecek bir konu olabilir.
Ama tüm bunlar, bu zamana kadar geri geri çekilen, olayları yorumlamakta güçlük çeken, henüz ayılamamış insanlarımızın bizim de kaderimizi belirleyeceği gerçeğini değiştirmiyor!
Ya onlar bizim kaderimizi belirleyecek ve “Du bakali n’olecek?” sorusunu izlemeye bizleri de yanlarına çekecek; ya da yatağın üstündeki örtüyü el birliği ile kaldırıvereceğiz!…
Başka yolumuz yoktur!
Başa dön tuşu