Doğan Özdemir -Tarihi anlamak
Tarihi anlamak
“Tarih” dediğimizde bizden önce yaşanmış bir “zaman” anlaşılır. Bunun ölçüsü de merakımızın sınırına kadar gider. 15-20 yıl önce yaşananlar da, 1.500-2.000 yıl önce yaşanmışlar da bizim için tarihin belirli bir sürecini anlatır.
Tarihi bizim yaşamadığımız bir süreç, ya da içinde olsak da bizden ayrı yorumlanan bir süreç olarak okuruz. 60 yaşındaysak kavrayabildiğimiz 40 yıllık bir süreç geride kalmış, bizim için tarih olmuştur. Elbette bu sürecin 40 yılında içinde olduğumuz kadar kendi dışımızda yaşanmış diğer 40 yılı geçmiş tarih olarak görürüz.
Tarihi nasıl anlayabiliriz? Yıllar öncesi yaşanmış olayları nasıl yorumlayabiliriz? O olaylarla günümüz arasında bir bağlantı kurabilir miyiz? Bunların yanıtında hem yeterince okumuş olmamız, hem de okuduğumuzu anlayacak kadar bir bilgi birikimimizin olması gerekir. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” gibi bir hataya düşmememiz gerektiğini yıllar önce Uğur Mumcu bize anımsatmıştır; unutmayalım.
İsa’nın doğuşu milat olarak alındığında, M.Ö. dendiğinde, günümüzden en az iki bin yıl öncesinden söz ettiğimizi, yazılı tarihin başladığı yılların ise bundan yine binlerce yıl öncesinden başladığını anımsarsak, yedi-sekiz bin yıldan yedi-sekiz satırla söz etmek o günleri anlayabilmemize yetecek midir?
Mısırlıların hiyeroglifi, Sümerlerin yazıyı, Lidyalıların parayı bularak yaşadıkları çağa imza atmalarını, bunun gelecek kuşaklara etkilerini kavrayamazsak tarihi nasıl okuyabiliriz? O zaman 1071’de Romen Diyojen’in gâvur kuvvetlerine karşı Müslüman Alparslan ordularının top ateşine nasıl kahramanca direndiklerini ve Anadolu’ya böyle yerleştiğimizi mi öğreniriz?
Demek ki tarihi anlayabilmek için mutlaka anlatılan o “an”ın içine girmemiz, o “an”ın gerçeklerini kavramamız zorunludur. Yoksa Lidyalıların en büyük banknotunun 200 mü, 500 lira mı olduğunu tartışırsak bize birileri bir taraflarıyla gülerken, barutun ne zaman savaşlarda kullanıldığını bilmezsek göğsümüzü düşman güllesine siper etmenin ne kadar boş ve uçuk olduğunu gözümüze sokuverirler.
Örneğin; 1912-1922 yılları arasına neler sığmıştır? Balkan Savaşlarından Kurtuluş Savaşına kadar giden bu süreç üç beş başlıkla birkaç dakikaya sığabilir mi? Balkanlarda başlayan toprak kayıplı yenilgiler sonucu hızla parçalanan imparatorluktan ancak Kurtuluş Savaşı sonrası bu günkü vatanımızın kaldığını, bu süreçte ne kadar büyük mücadeleler verildiğini öyle birkaç satıra nasıl sığdırabiliriz?
Bu günü yorumlayabilmek için tarihi süreçleri anlamamız gerekmez mi? 1960 Askeri devrimi ile 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Askeri darbeleri aynı kefeye konabilir mi? Burada kıstas sadece askeri müdahalelere karşı olmak olarak sığlaştırılabilir mi? İşin özündeki zorunlulukların kavranması ve özgürlüklerin verilmesi arasında bağlantı göz ardı edilebilir mi?
Ya da 1970- 1980 arasındaki on yıla neler sığmıştır? 68 kuşağı, 1971 askeri muhtırası ve peşinden gelen 12 Eylül 1980 darbesi üç başlığa sığar mı?
Günümüzde yaşanmakta olan siyasal sistemin temellerinin 1974’te başlayan MNP’ ye, onun da ana rahminin DP’ye kadar indiğini; bunların aslında ta 1923’te Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet kavramına karşı o günlerde kendilerini gizleyerek karanlık köşelerinde kendi gelecek karanlık rejimlerini bekleyenler tarafından temelinin atıldığını anlayamamak olduğunu bilmemiz gerekmez mi?
Tarih, iyi okunabildiğinde ancak gelecek hakkında aydınlatıcı yol gösterici olabilir. “Neden-nasıl” ilişkisini kavramadan yaşananları roman boyutunda, kahramanlık destanı gibi okumak ise “çocuklara masallar” kadar önem taşır.
Bu nedenle bu günü kavrayabilmenin yöntemi, dünü çok iyi anlamaktan geçer. Bana göre her çağdaş insanın hiç değilse Cumhuriyet tarihimizi 1900’lü yıllardan alarak dikkatle okuması, yorumlaması ve anlaması bir zorunluluktur.
Yoksa 1979 İran Dini Devrimi olduğunda “bizde böyle bir şey olmaz abiiii” diyenlerin geçmişi didik didik edemediklerinden bu güne şaşırarak bakmaları normaldir! !980 darbesinin dinci şifrelerini kavrayamayanların, sonrasında gelen sağ iktidarların dinciliği nasıl ana sermaye yaptıkların görmezden gelmeleri sadece kendilerini aldatmak olacaktır.
Okumanın yaşı yoktur; okumak sadece ne kadar az bildiğimizi yüzümüze vuran en gerçek dostumuzdur. Tarih de bize geçmişle bu gün arasında yol gösterecek, akıl alınacak, kaynak olarak kullanılacak bilgileri verebilecek çok görkemli bir ansiklopedidir.
Bu nedenle okuyalım; “korkmayın, ne düşününce, ne okuyunca beyin hücrelerimiz acı çekmez!”