Yazarlar

Göstermelik işler mi? – Can Baydarol

Paylaş:

Göstermelik işler mi?

Can Baydarol

Önce insan hakları eylem planı, ardından sayın Cumhurbaşkanları (Erdoğan-Macron) arasında yüreğimize su serpen mahiyette işbirliği mesajları. Durum içinde bulunduğumuz ayın sonlarında yapılacak AB Zirvesi ile ilişkilendirildiğinde pek de inandırıcı olmuyor şüphesiz. Tabi bütün bu olup bitene 170 ABD Temsilciler Meclisi üyesinin Blinken’a gönderdiği Türkiye’ye yönelik şikayet mektubuna, Dışişleri sözcüsünün verdiği “Türkiye ile Suriye’de çok iyi bir işbirliği içindeyiz” mealindeki cevabını da ekleyerek bir analiz yapma zorunluğu ortaya çıkıyor.

Hatırlayalım, Aralık AB Zirvesi (hükümet ve devlet başkanlarının katıldığı) öncesinde Fransa’nın önderliğinde Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin talepleri doğrultusunda Türkiye’ye yaptırım kararının alınması için oldukça hararetli tartışmalara tanıklık etmiştik. Bendeniz de katıldığım televizyon ve radyo programları ile yazılarımda böyle bir kararın çıkmayacağını dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım. Sonuçta Türkiye’yi bu kadar köşeye sıkıştırmak başta Almanya olmak üzere hiçbir ülkenin çıkarına değildi. Sözüm ona kabilinden bir iki kişiye yönelik yaptırım kararı ile Fransa-Yunanistan -GKRY üçgeni tatmin edildi ve ABD’de Biden yönetiminin Türkiye politikasının izlenmesinin önemine işaret edilerek olası yaptırımların Mart Zirvesinde değerlendirileceği karara bağlandı.

Biden yönetimi Dışişleri Bakanlığına pek de Türkiye dostu sayılamayacak Blinken’ı atadı ve Blinken görevine Türkiye’ye yönelik “sözüm ona müttefik Türkiye” sözleri ile başlayıp, S 400’e karşı sert tavır alarak başladıysa da, Türkiye’nin Rusya – İran cephesine kaptırılmaması gereğinin altını çizmekten de geri kalmadı.

Bütün bu gelişmeler olurken, Doğu Akdeniz gerginliğinin azaltılması için pek de işe yaramayacağı baştan belli Türkiye-Yunanistan 61inci istikşafi görüşmeleri, anlaşıldığı kadarıyla tepeden gelen emirlerle başlatıldı. Bu noktada amacın sorun çözmek değil, taraflar arasında bir yumuşama mesajı vermek olduğu kesin. Tabi komşumuz arada fırsat bilip bizi tahrik etmeye yönelik adımlardan kaçınmamak konusunda son derecede gayretli ve bu tahriklere ne yazık ki kameralar önünde kapılan yüksek rütbeli emekli askerlerimiz de yok değil.

Bütün bu genel algı ortamı içinde Mart AB Zirvesi’ne ve Türkiye için ne çıkar sorusuna geri dönersek.

Şu sıralarda popüler konu olan insan hakları eylem planı Türkiye’ye yönelik “ne olur iyi bir şeyler yapın, kuvvetli bir mesaj verin ki; biz de sizi savunabilelim!” diyen diplomatik kulislere yönelik bir mesaj gibi. İnandırıcı mı? Çok da değil. 19 yıllık iktidarın insan hakları meselesinin iktidar tarafından yeni algılaması, doğal olarak muhalefete daha önceleri neredeydiniz sorusunu sordurur. İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına uymamak (Osman Kavala kararı), bırakın AB ile ilişkileri doğru yola koymayı, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi üyeliğimizi askıya almaya kadar işi vardırabilir. Gerçek anlamda bir insan hakları eylem planı yapmak istiyorsanız, bunu kağıt üstünde göstermekten vaz geçip, uygulama düzeyine getirmeniz gerekir. Maalesef 19 yıllık iktidarınız uygulamaya yönelik bütün güveni ortadan kaldırdı. Hukukun üstünlüğüne güvenin birinci unsuru kuşkusuz yargının bağımsızlığı. Mevcut duruma bakarak yargı bağımsız diyebilir miyiz? Ne yazık ki, hayır.

Erdoğan – Macron görüşmesi ve ılımlı mesajlara bakarsak. Düne kadar bütün diplomatik teamüllerle aykırı olarak (hatta karşılıklı küfürleşmeye varan) sarf edilen sözlerin yerine bu ılımlı söylemler de her halde ay sonu gerçekleşecek AB Zirvesi ile ilişkili. Belli ki birileri sadece bizim kulağımızı çekmekle yetinmemiş, Macron’un da kulağını çekmiş.

Bu koşullarda Mart AB Zirvesinden ne çıkar? Beklentim daha pozitif bir gündeme doğru bir gidiş doğrultusunda. Hemen eklemekte yarar var, yeni İtalyan Başbakanı süper Mario (Draghi) ilk konuşmasında “Türkiye ile yapıcı bir diyalog” demişken, ister istemez 2004 ilerleme raporu ve 2005 tam üyelik müzakere çerçeve belgesinde (Günther Verheugen’in kulakları çınlasın) “ucu açık müzakere, Türkiye tam üye olamasa bile mutlaka AB limanına demir atmalıdır” ibaresini hatırlarken pozitif gündemi ihtiyatlı bir iyimserlikle yad etmem sizce de sakıncalı olabilir mi?

Paylaş:

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu