Gördüğüm dünya yarattığım dünyadır.
Her şey düşünceyle başlar, düşünceyle yeşerir, düşünceyle büyür, düşünceyle varlığını sürdürür, düşünceyle de ölür. Yaratım bir düşünceden ibarettir.
Peki, düşünce nereden çıkıyor? Tanrı, Allah, Yaratıcı, İlahi Kudret adına her ne derseniz deyin, O mu yerleştiriyor bu düşünceleri beynimize? Her şeyi gören ve bilen O ‘İlahi Kudret’ düşüncelerimizi de biliyor mu? O mu karar veriyor ne düşünüp, ne düşünmeyeceğimize?
İnsan beyninden günde ortalama 60.000 ile 80.000 arasında düşünce geçiyormuş ancak bunun %85’i geçmişe ve geçmişte yaşadıklarımıza ait, yalnızca kalan %15’lik kısmı geleceğe ve gelecekte yaratacaklarımıza aitmiş. Yedi milyar insanın günde 60.000 düşüncesini çarparsak hesap makinemin kapasitesinin yetmeyeceği bir düşünce sayısı çıkıyor ortaya. O ‘İlahi Kudret’ insan beyninin ancak 100 milyardan fazla olduğuna kanaat getirebildiği galaksiden oluşan bu evrenin yalnızca birisinde olan biz dünyalı insancıkların küçücük kafalarının içinden geçen bu kadar sayıdaki düşünceyi kontrol etmekle mi uğraşıyordur? Sanmam. Bence düşüncelerimizle baş başayız burada.
Yedi milyar insan günde yaratmış olduğu bu 60.000 düşünceden ve onların doğurdu sonuçlardan bilfiil sorumludur. Bu düşüncelerdir gördüğümüz dünyayı inşa eden harçlar. Her ne kadar geçmişi düşünseler de geçmiş de bir zamanların geleceğiydiler. Yaratım işlevini yerine getiren düşüncelerimiz yarattılar o geçmişi de.
İyi de yaratım gücüne sahip bu düşünce dediğimiz harcın kaynağı neresi? Nereden çıkar bu düşünceler? Tabii ki gördüğü, duyduğu hatta görüp duymadığı, genetik kodlarla atalarından geçirdiği başına buyruk bilinçaltı denilen o uçsuz bucaksız tarladan. İnsan zihninin %5’ini düşünen beynimiz oluştururken, %95’ini bilinçaltımız oluşturuyor. Yani yaratıma neden olan düşüncelerimize şekil veren aslında bilinçaltımızda kayıtlı olan farkında olmadığımız düşünce kalıplarıdır ve bizim o kalıplara olan kör inançlarımızdır. Bu kör inançlar yok oldukça, yerine daha işe yarar yeni inanç kalıpları konuldukça düşünceler de değişiklik gösteriyor. İnsan bu yüzden değişken ve gelişebilen bir varlıktır.
Bilinçaltını bir tarla olarak, tarlaya ektiğimiz tohumları da inanç kalıpları olarak düşünürsek, o kalıplardan ürettiğimiz düşünceleri de filiz veren buğday başakları olarak düşünmek yanlış olmaz.
Toplumlar da sahip oldukları bilinçaltı tarlasına ektikleri tohumlardan biten buğday başaklarıyla şekillendirirler içinde yaşadıkları ülkeleri. Her topluma özel kültür dediğimiz olgu bu tohumlarla şekillenir. Bu yüzden, kültür gelişebilen, yaşayan canlı bir organizmadır. Bir asır önce her ne idiyse o kalmak zorunda değildir.
Atatürk ‘Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür’ derken, kültürden ne kastettiğini de şöyle açıklamıştır. ‘Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekayı eğitmektir.’
Gelelim Türk Milletine… Atatürk’ün kültür devrimlerinden bu yana geçen yıllar boyunca, ne ekti bu toplum bilinçaltına da şimdi ne biçiyor?
Atatürk’ün ölümüyle birlikte din sansürüne takılan kültür devrimlerine 1957’de köy enstitülerinin kapatılmasıyla büyük bir darbe vurulduktan sonra kültür gelişiminin en önemli aracı olan kitap okuma oranı da hiçbir zaman Atatürk’ün ideali olan seviyelere ulaşamadı.
2016 TÜİK verilerine göre Türkiye’de kitap okuma oranı binde bir. Yani her bin kişiden bir kişinin kitap okuma alışkanlığı var. Fransa ve İngiltere’de ise bu oran yüzde 21.
Peki okumayınca ne oluyor? Atatürk’ün yukarıdaki kültür tanımından yani anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekayı eğitmekten toplum olarak git gide uzaklaşıp, yaşamınızı bilinçaltınızda kayıtlı olan günümüzde işlevini yitirmiş olan nesilden nesile geçen hazır bilgilerle yaratmaya başlıyorsunuz çünkü elinizde daha iyisini yaratabilecek yeterli veri bulunmuyor.
Toplumsal bilinçaltımızın çok önemli bir bölümünü teşkil eden atasözlerimizin yaratmış olduğumuz şimdiki durumumuzda çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Nereden çıktığı, sahibinin kimler olduğu da bilinmeyen bu sözler toplumumuzun yaratım kaynağı olan bilinçaltına çok büyük tahribatlar vermişlerdir. Bu sözlerin yankılarını seçtiğimiz, onay verdiğimiz siyasilerin fikirlerine, zikirlerine, olaylara verdiğimiz toplumsal karşılıklara, tepkilere biraz dikkatle baktığımızda görebiliriz. Bu sözler okumayan, yeni bilgiyi red eden bir toplumun bilinçaltında farkında olmadığı inançlar ve düşünce kalıpları haline dönüşmüştür.
Mesela;
‘Dayak cennetten çıkmadır’ dedik, ‘Kızını dövmeyen dizini döver’, dedik; evde babasından yediği dayaktan dayağa alışmış olan kadın, evlenince kocadan da aynı muameleyi görünce boşanmak bir seçenek olarak aklına gelmedi, bu inanç ona şunu düşündürttü ‘Ne de olsa kocamdır, çocuklarım var.’ Kendi kızının da babası tarafından dövülmesine çok da şaşırmadı. ‘Babandır’ dedi geçti.
‘Kol kırılır yen içinde kalır’ dedik; aile içi tecavüzleri, ensest ilişkileri, çocuk tacizlerini değil önlemeye çalışmak, konuşmayı bile tabu saydık, yok saydık, ‘duymadım, görmedim, konuşmadım’ yaptık. ‘Bir kerecikten bir şey olmaz’ diyen aile bakanını toplumun yarısı normal karşıladı. Bu inanç ensesti konuşmanın ayıp ve utanılacak bir şey olduğunu düşündürttü bize. Üstünü örterek daha fazla ensest ilişki ve çocuk tacizleri yarattık.
‘Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme’ dedik; kadını hem dövdük hem de bu arada dokuz çocuk doğurtup, erkeğe köle olmasını garipsemedik. Ülkenin başbakanı ‘üç çocuk’ deyince ‘doğuran, bakan sen misin’ diye sormak kadının aklına gelmedi, hemen işe koyuldu.
‘Atı alan Üsküdar’ı geçer’ dedik; oyların mühürlü mü mühürsüz mü olduğuna bakmadık, atı aldık Üsküdar’ı geçtik. Atı sürene hooop bir dakika deyip, atın önünü kesmek aklımıza gelmedi. İkinci günün akşamına biz de Üsküdar’da geçtik..
‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ dedik; göz göre göre vatan toprağımızı Yunan’a teslim edenlere, akademisyenleri, gazetecileri gerçeği yazdıkları için hapse tıkanlara, ayakkabı kutularında milyon Eurolar götürenleri film izler gibi sessizce izledik. Hatta canımız sıkılmasın diye haberleri izlemedik ama Survivor ile O ses Türkiye izlemeye devam ettik.
‘Söz gümüşse sukut altındır’ dedik; hakkını yiyene, hakaret edene cevabını vermeyi ayıp ve seviyesizlik saydık. Ata’mıza küfür ettiler, yapanlara sessiz kalıp, güya sukutla verdik tepkimizi, onlar da baktılar ki ses çıkaran yok, meydan boş, daha beterini yaptılar. Konuşmak gereken yerde susmayı tercih ettik.
‘Köprüyü geçene kadar ayıya dayı denir’ dedik; ‘ben muhalefetim’ diye siyaset sahnesine yeni çıkanlar, 15 yıl Fetö ile aynı yatakta yatıp, aynı sabahlara uyanıp, menfaatler bozulunca da ‘kandırıldım’ diyenlere, ‘ne istediler de vermedik’ diyecek kadar da kendi gerçeklerini itiraf edenler için ‘Fetö’culüğü yoktur’ diye basına açıklamalarda bulundular. Söylediklerine kendileri de inanmasa bile inanmış gibi yapıp, onlara inananları da inandırdılar. İnanmayanlar da söylenenin ‘Köprüyü geçene kadar’ söylendiğine inandığı için garipsemedi, normal karşıladı.
‘Devlet malı deniz, yemeyen domuz’ dedik; domuz olmamak için yedikçe yediler, yedikleri ortaya çıktı, garipsemedik, yiyenleri yargılatmak aklımıza gelmedi. Yiyenler domuz olmadı, BMW jipleriyle, Mercedesleriyle adam oldular. Okuma oranının bizdeki gibi binde bir değil de, yüzde 12 olduğu, toplumsal bilinçaltında hiç böyle inançlar barındırmayan başka bir ülke bunları yargılamaya kalktı, öylesine garibimize gitti ki, yargılayanları dünyayı istila etmeye kalkışan uzaylılar olarak ilan ettik.
‘Borç yiğidin kamçısıdır’ dedik; borçlandıkça borçlandık, gelirimizden çok harcadık, harcadıkça borçlandık, nasıl ödeyeceğimizi düşünmek hiç aklımıza gelmedi. Sonra da suçu faiz lobisine atıp, çözdük borçlanma sorunumuzu.
‘Selam verdik borçlu çıktık’ dedik; selam vermeye korkar hale geldik, sokakta, asansörde, apartmanda kimi görsek kafamızı öne eğdik, bir selamı çok gördük. Selam verene de ‘niyeti ne acaba’ diye çekinceyle baktık.
‘Çok gülen çok ağlar’ dedik; bir yanımız gülerken, diğer yanımız ‘şimdi gülüyorum ama bakalım bunun arkasına başıma ne gelecek’ diye felakete davetiye çıkarttık, bu da yetmezmiş gibi bir de üstüne başbakan yardımcısının teki çıktı ‘kadınlar herkesin içinde kahkaha atmasın’ dedi, insan doğasının en tabii hakkı gülmeyi karneye bağladık.
‘İyilik yap, kötülük bul’ dedik; iyilik yaparken aklımız çıktı, saflığımıza gelip yaptıysak da hemen arkasına bir kötülük bekledik, bekleyince de kötülük geç kalmadı kapımızda bitmeye, sonra da dedik ki ‘bak gördün mü, ben sana demiştim, ‘merhametten maraz doğar’ diye.
‘Türk’ün aklı sonradan gelir’ dedik; laik cumhuriyeti yıkmayı kafasına koyanların, bu niyetlerini zamanında açıkça dile getirenlerin siyasi yasaklarını kaldırıp, başa getirdiklerimizi yargı hala varken sayısız suçlarından yargılatmak hiç aklımıza gelmedi, yargıyı kaptırıverdik, sonra da ‘yargı yok’ diye elimizde pankartlarla ‘Adalet’ türküleri çığırıp, E-5’te yollara döküldük.
‘İt ürür kervan yürür’ dedik; it ürüdü, kervan yürüdü, ürüyen it sesinin duyulmamasına da şaşırmadı, onu da düşünce kalıplarının içindeki ‘normal’ rafına yerleştiriverdi.
‘Su akar Türk bakar’ dedik; 15 yıldır parça parça kopartılan laik cumhuriyete öylecene bakakaldık. Aklımıza ne başka bir şekil ne de çözüm geldi. Çözüm diye önümüze öneri sunanlara ne sundularsa bilinçaltımızda yüzyıllardır ekili olan negatif inanç kalıplarıyla sıraladık bahaneleri… ‘Ama şöyle ama böyle…’
Çözümsüzlük diye bir şey yoktur. Çözümü anlamak ve görmek istemeyen bilinçaltı körleri ve kör bilinçaltlarının yaratmış olduğu düzenin bozulmasını istemeyen düşünce tembeli beyinler vardır. Bilinçaltının en sevmediği şeydir değişiklik. Rahatının bozulmasını hiç istemez. Konformist ve kopyacıdır.
Türkiye’yi karanlığa teslim edenler bu kör ve sağır beyinlerdir işte, çözümsüzlük hiç değil. Çözümsüzlük kelimesini icat edenler de bu beyinlerdir.
Bunun farkında olan, bilen ve gören, geçen ve şimdiki asrın en önemli düşünce liderlerinden birisi Atatürk bu yüzden demişti ‘Fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştireceğiz’ diye ama ne ömrü ne de devrimleri vefa etmedi. Atatürk bu yüzden büyük bir devrimcidir. Devirmeye çalıştığı bu çözümsüzlüğe kilitlenen, kör, ezberci, kopyacı, tembel ve hantal toplumsal bilinçaltıydı. Yerine yerleştirmek istediği ise sorgulayan, araştıran, şüpheci, özgün ve proaktif olan bir bilinçaltıydı. Başarısız değildi, başarılı oldu ancak bilinçaltı tarlasında ekili zararlı tohumlar özelikle eğitim temelsiz sandık demokrasisine geçişimiz olan 1950’den bu yana öylesine hızla çoğaldı ki, okumayı durduran bir toplumda düşünce devrimini alt etti bu zararlı tohumlar. Çünkü, yaratıcı zihnin %95’ini oluşturuyor bu bilinçaltı denen arsız tarla.
Ancak Atatürk’ün kültür tanımından da anlaşılacağı üzere kuru kuruya okumak da yeterli gelmiyor bu arsız tarlayı ekmeye.
Aydın olmanın çok kitap ezberlemekle de bir ilgisi yok, okuduklarından, tarihten ders çıkarabilip, aynı hataların tekrarlanmasına engel olabilecek fikirler ve vizyon üretebilmekle bir ilgisi vardır. Bu açıdan bakarsak siyasi tarihimizde derin bir yara olarak kalan ‘Menderes’ örneğinden ders çıkaramayıp, daha beter bir kopyasının yaratılmasına vesile olan bu ülkenin ‘aydın’ geçinenlerinin de çok büyük bir katkısı vardır içinde bulunduğumuz duruma.
Geldiğimiz durum ne sürpriz, ne Tanrı’nın laneti, ne kader ne de kötü talihtir, bizzat düşüncelerimizle yarattığımız dünyadır.
Türk Milleti bilinçaltı tarlasına her ne ektiyse onu biçiyor şüphesiz.
Melisa Gülsün Özmen
jurnalci.com
Sağlık İçin Kızılötesi Karbon Isı Boyası
Canlıların, özellikle de insanların sağlıklı yaşayabilmek için kızılötesi ışınlara ihtiyaçları vardır. Ancak bir aylık bir sürede yoğun bir şekilde alınan güneş ışınlarının depolanması mümkün değildir. On iki ay boyunca alınacak terapi kalitesindeki kızılötesi ışınlar ise sayısız fayda sağlar.
- Hücre sisteminin yenilenme gücünü artırır,
- Kan dolaşımını hızlandırır,
- Kronik yorgunluğu azaltır,
- Bağışıklık sistemini güçlendirir,
- Astım, alerjik rinit gibi solunum yolu rahatsızlıkları olan hastalar için en sağlıklı ısıtma sistemidir,
- Kas ağrıları, sırt ağrıları ve eklem rahatsızlıklarını azaltır,
- Bazı kanser türlerinin gelişimini engelleme özelliğine sahiptir,
- Şeker hastalıklarının yan etkilerini azaltır,
- Fizyoterapi tıp merkezlerinde doğrudan kullanılır.
Tıbbi araştırmalar, uzun dalga boyundaki ışınların terapi etkisi yaptığını, hiçbir zararlı yan etkisinin olmadığını ve insan vücudu için en uygun sıcaklığı sağladığını göstermiştir. Uzun dalga boyunda, terapi kalitesindeki kızılötesi ışınlar ile ısıtma sistemi olarak geliştirilmiş olan SRN Kızılötesi Isı Boyası, güneşin altında ısınma hissini on iki ay sağlamaktadır. SRN Kızılötesi Isı Boyası, uygulandığı ortamı sadece ısıtmakla kalmaz; aynı zamanda bir fizyoterapi merkezine çevirerek, içinde yaşayanların sağlığına katkıda bulunur.
Uzun dalga kızılötesi, radyan ısıdır; yüzünüzde güneşin veya odun ateşinin sıcaklığını hissetmekle aynı histir. Hatta kendi vücudumuzun da yaydığı ısı türüdür. İnsanlığın bildiği en temel ısınma şeklidir. Önce objeleri ısıttığı, ısınan objelerin de ısı yayarak çevreyi sıcak tuttuğu için binlerce yıldır tercih edilmiştir.
Bugün, yüksek enerji verimliliğine sahip SRN Kızılötesi Isıtma Teknolojisi, estetik ve konforlu bir şekilde radyan ısıyı çevre dostu olarak kolayca tekrar kullanabilmemizi sağlamaktadır.
Geçtiğimiz yüzyılda insanoğlunun konforlu olması sebebiyle tercih ettiği konvansiyonel ısıtma sistemlerinin (petek, klima vb.); yakın gelecekte yerini tekrardan kızılötesi ısıtma sistemlerine bırakması kaçınılmazdır.
SRN KIZILÖTESİ KARBON ISI BOYASI HAKKINDA BAZI BİLGİLER
- SRN Kızılötesi Isı Boyası havayı kurutmaz ve havayı değil sizi ısıtır.
- 24 V Elektrik ile çalışan Kızılötesi Isı Boyası sistemi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla kombine çalışabilir. (Güneş ve Rüzgar enerjisi)
- SRN Kızılötesi Isı Boyası Üstüne duvar kağıdı,sıva ve boya gibi ürünler ile uygulanabilir özelliklere sahip bir üründür.
- SRN Kızılötesi Isı Boyası’nın boyandığı ortamda nem ve küf olmaz.
- SRN Kızılötesi Isı Boyası mekanik tesisat ve bakım gerektirmeye bir üründür.
- SRN Kızılötesi Isı Boyası anında ısınma ve homojen ısı dağılımı sağlar.
- SRN Kızılötesi Isı Boyası sağlıklıdır, nefes hastaları (bronşit vb) için en uygun ısıtma teknolojisidir.
- Su bazlı karbon kaplamalar ek veya ana ısıtma da mükemmel olarak kullanılabilir.
- Pars alüminyum tozu,pars bakır tozu,Pars Çinko Tozu,Pars Grafit Tozu,Pars Kurşun Tozu,Pars demir tozu,pars kurşun oksit,pars kurşun oksit sülyen,pars kurşun oksit mürdesenk,pars fire assay flux,pars nitrik asit,pars hidroklorik asit,pars sülfürik asit,pars hidrazin hidrat,pars kaolin,pars sepiyolit,sunsep,sundiyo,sunmag,pars zeolit,pars 67 mangan dioksit,pars85 mangan dioksit,hadjin yılan kovucu,parsvet yara tozu,pars lime sülfür,nanotozlar,yemkat.com,sunshield kaolin,sunshield sıvı kaolin,pars silisyum karbür,silisyum karbür,dmr74 mangan dioksit,pars magnezyum sülfat,pars magnezyum sülfat anhidrat,pars magnezyum sülfat monohidrat,pars magnezyum oksit,pars bakır sülfat,pars demir sülfat monohidrat,pars kalay sökücü,pars nikel sökücü,süren vollastonit tozu,pars volfram tozu,pars molibden tozu,pars antimon oksit,pars potasyum hidroksit,pars potasyum silikat,kimyadeposu.com,claypacks.com,demsil silikajel,demsil kil paketi,demsil nem alıcı,nemal nem alıcı,pars sodyum metabisülfit,pars sodyum bisülfat,pars magnezyum nitrat,pars sodyum persülfat,pars kalsiyum sülfat,pars kalsiyum sülfat dihitrat,pars hayvan altlığı,pars sodyum lignosülfonat,pars maden tozları,pars metal tozları,pars yem katkıları,pars nanotozlar,pars çinko oksit,sunshield sıvı kaolen,süren titanyum tozu,pars bakır oksit,demsil silikajel,süren otocam çizik giderici,pars seryum oksit,süren ferro vanadyum tozu,pars spekülarit,süren bit-pire kovucu,süren bakır tozu,süren teknoloji,bakır tozu,
- DMRSÜREN KİMYA LTD.ŞTİ
- 05523307100-05325466184
- www.kimyadeposu.com,www.claypacks.com,www.nanotozlar.com,www.netyerim.net
- www.potasyumsilikat.net,www.kursunoksit.com,www.parsman.com.tr,www.parsgrafit.com.tr
- www.parox.com.tr,www.sepiyolit.net,