GüncelGündem

Çiğdem Mater’den ‘Birinci Yıl Muhasebesi’: “Bir Yıl Oldu; En İyi Öğrendiğim Şu Oldu…”

Paylaş:

Gezi davası kapsamında 18 yıl hapse mahkum edilen sinemacı Çiğdem Mater, tutukluluğunun birinci yılında Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda bir yazı kaleme aldı.

Mater, “Birinci yıl muhasebesi” başlıklı yazısında “Bakırköy’de kalan bir kadının dediği gibi “ziyaretçin varsa ve haftada bir ‘kantin yapabiliyorsan’, senden güçlüsü yok” ifadelerine yer verdi.

Yazısında “Peki en çok neyi özledim?” sorusuna da yanıt veren Mater, “Yani tabii milyon tane şey özledim ama en çok koltuk özledim! Bildiğiniz koltuk. Kanepe olur, berjer olur, fark etmez, koltuk olsun yeter. İnsanın bir yıldır kolçaklı, beyaz, plastik sandalyede oturması hakikaten olacak iş değil. Çok saçma geliyor kulağa, değil mi? Tuvalet kağıdı ve koltuk… Memleket ne kadar saçmaysa, burası da bundan azade değil. Haliyle saçma, haliyle tuhaf!” diye yazdı.

Mater’in Bianet’te yayımlanan yazısı şöyle:

Belirli gün ve haftalar kanaatimce saçmadır. Ama istemediğin ot burnunda bitiyor işte. Memleketçe gün sayıyoruz, günlere, bence, hak ettiklerinden çok daha fazla mânâ atfediyoruz, saçma ama neyse.

Bu satırları tutukluluğumuzun birinci yılından bir gün önce, Osman Bey’in iki bininci tutukluluk gününde, seçimlere 20 gün kalmışken bir 24 Nisan günü yazıyorum, 23 Nisan’ın ertesinde. Bir paragrafta memleket tarihi! (Okuma parçası önerisi: 23,5 Nisan, Hrant Dink)

Tamam, çıktım memleketin bitmek bilmez tarihsel ve politik kuyusundan. Kendi küçük evrenimden bildiriyorum, Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu’ndan. Bir yılda neler oldu, neler yaşadık, bu “kapalılık” halinden anlatacak neler var diye oturdum masaya. Dışarıyı boşveriyorum, siz zaten “aşırı yüklenmeden” infilak aşamasındasınız, farkındayım. Size azıcık, hiç bilmediğiniz (ve umarım hiç öğrenmeyeceğiniz) “cezaevi”ni anlatayım istiyorum, çünkü neden olmasın?

Memleket malûm, cezaevi yazını mânâsında, maşallah epeyce zengin. Herkes, her dönem, hemen hemen yazmış. Eh, şu günleri de eksik kalmasın “hapishane yazını”nın.

Bu, aslında benim bir yılda neler öğrendiğimin, neleri kaçırıp neleri özlediğimin saçma, tuhaf ve aşırı kişisel özeti.

Bir yıl oldu, en iyi öğrendiğim şu oldu: okumak ve yazmak, kapatılmayla başetmenin en şahane yolu. Telefondu, televizyondu, internetti, herhangi bir “dış uyaran” olmadığında, o “nostaljisini” yaptığımız, “ah eskiden ne güzel okurduk” günlerine dönmek, neyse ki çok kolay oluyormuş, tecrübeyle sabit. İlk zamanlar günde 200-300 sayfa falan okurken, zaman ilerledikçe, 500’leri, 600’leri buluyorsunuz, ben mesela geçende 1.600 sayfalık Monte Cristo Kontu’nu iki günde okudum, mis gibi. Okuma ritmi şahane oturuyor anlayacağınız. Arada “ya çıkınca, bunca okuyacak vaktim olmayacak” diye hayıflandığım doğrudur (çıkamadı).

Okumak, kapalı olunca, yanında yazmayı getiriyormuş meğer. Bunu öğrendim. Hayatta cesaret edemeyeceğin şeyleri yazmaya başlıyor insan çünkü neden olmasın? Yaz gitsin, tutan mı var? Bir şey çıkar, çıkmaz, birine okutursun, okutmazsın, hiç önemli değil yaz gitsin. Olmadı kendin okursun, ne olacak!

Okuyorsun, yazıyorsun, izliyorsun. Bunca zamandır, hadi kabul edelim, biraz kibirle reddettiğim anaakımın kurbanı olayım! Her geceye bir dizi, bazı gecelere iki! Beklenmedik sürprizleri de oluyor hayatın. Kızılcık Şerbeti’ni mesela, biz hapishanedekiler hepinizden önce keşfettik çünkü anaakım izliyoruz! Haftalarca her gelen, gidene “izleyin” dedim, her mektupta “kaçırmayın” dedim! Dedim de dedim, sonunda Nursema, RTÜK sağolsun, “hak ettiği değeri” buldu!

Hapishanede, mecburen, yemek düşünüyorsun. Hem yapacak fazla işin olmadığından hem de mutfak imkânlar dahilinde elinden geleni yapsa da, imkânları çok kıt olduğundan. Haliyle, mesela benim gibi, yemeyi seven ama yapmakla pek de ilgisi olmayan biri için bile, zihin sürekli neyden ne yapabilirim diye çalışmaya başlıyor. Yani gerçekten, şu bir yılda, 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şeyler uydurdum yemek mânâsında. Geçende konserve sardalyayı üzerine yağ dökülmüş peçeteyi yakmak suretiyle kızarttım, öyle diyeyim, siz anlayın. Çılbır mı istersiniz, iskender mi, valla tuhaf biliyorum ama mümkün, oluyor yani, canım semaver, canım kettle… (Okuma parçası önerisi: Bir kettle nelere kadir?)

Burası, küçük evren dediğime bakmayın, epeyce kalabalık aslında. Bin küsur kadın… Her tanışma, o güne kadar varlığını bile hayal edemeyeceğiniz hayat hikâyelerini seriyor önünüze. İlk zamanlar, biraz da “burada olmanın” ilk şokuyla, “Kemalettin Tuğcu öyküleri de, Mahsun Kırmızıgül senaryoları da halt etmiş” diye yazmıştım. Gerçekten öyle. İnsan her gün başka bir kadının gerçek olmasına inanmak istemediği hikâyesiyle yüz yüze geliyor. Tanıştıkça ve konuştukça, aklımdaki “suç” ve “ceza” kavramları darmadağın oluyor. Bitmek bilmeyen bir sorgulamaya girişiyorsun. Her yeni “hayat” seni savcı, hakim ama en çok da avukat yapıyor. Kapalı olmanın çaresizliğine en çok o anlarda sinirleniyorsun.

Edebiyattan, sinemadan bildiğiniz her şeyi unutun. Gerçek hayat çok sert, tahmin ettiğimden, tahayyül ettiğimden çok daha sert ve ne yazık ki, en azından, buradan görünen, çözümsüz.

Cezaevi, herkesin, olabildiğince “eşitlendiği” bir yer evet. Ama tabii eşitlik var, eşitlik var, saf değiliz o kadar. Dışarıdan çok farkı yok. Zamanında Bakırköy’de kalan bir kadının dediği gibi “ziyaretçin varsa ve haftada bir ‘kantin yapabiliyorsan’, senden güçlüsü yok.” Gerçekten de, tamamı “kantin ekonomisi” etrafında dönen bir ceza infaz sistemi, yanında da dilekçeleri bonus. Cezaevinde her şey ama her şey dilekçeyle ilerliyor, şurada yazdığım dilekçelerin kopyasını alsaydım, İstanbul Bienali’ne iş olurdu, öyle diyeyim. (Okuma önerisi: Dört Duvar Kadına Ne Yapar?, İpek Merçil & Seçil Doğuç)

Ben bu “ziyaretçin varsa ve kantin yapabiliyorsan”a bir de mektup ekliyorum. Yaş itibariyle mektuplaşmayı kenarından, köşesinden yakalayan kuşağım ben. Kapıda postacı falan beklemedik, 45 yaşa kısmetmiş, şimdi haftada iki cezaevi postası bekliyorum. 🙂 Bu mektup meselesi ciddi, ciddi olduğu kadar da zor. Hem dışarıdan yazan için hem de içeriden. Dışarıdan “yazan”, anlaşılır ama tuhaf bir hisle ne yazacağını bilemiyor, hayattan bahsetse bir türlü, içeridekinin “canı çekebilir”, canını sıkan, kafasına takılanları yazsa, “eh zaten adam, kadın içeride, bir de bununla mı başını şişirecek” falan derken, ne yapacağını bilemiyor. Aslında, “içerideki” için dışarıdan gelen her türlü haber altın değerinde, zira “normali” anımsatıyor, artık normal her neyse… Ama bakmayın, “içerideki” için de yazmak kolay değil, karşı karşıya kaldığı rutin, insanı çıldırtacak bir rutin çünkü her gün bir diğerinin aynısı. Rutinin tek değişkeni kitaplar. Öyle olunca, “içeriden” yazan, kendini sürekli kitaplardan bahsederken buluyor, tahmin ve takdir edersiniz ki, bu bir noktadan sonra aşırı sıkıcı. Yani ben yazarken kendimden sıkılıyorum, okuyana yazık… Bunlar üst üste gelince, mektuplaşma zinciri kurmak çok kolay olmuyor, “dışarıdan” inatla zinciri devam ettirenlere minnettar olarak geçiriyorsun günleri, haftaları. Beklenmedik mektup arkadaşların oluyor, başka cezaevilerinden. Onlarla yazışmak, dışarıya nazaran daha kolay, “neden bahsettiğinizi” bildiğinizden… Kadın ve erkek cezaevleri arasında inanılmaz bir mektuplaşma trafiği var. Desenli mektup kağıtlarına yazılmış, çiçekli zarflara konmuş, içinde ille de cezaevi avlusunda çekilmiş fotoğrafların olduğu flört -ve yazışma devam ederse, aşk mektupları. Biz “medyatik” tutuklular olduğumuzdan bolca fotoğraflı, çiçekli, desenli kağıtlara yazılmış, fotoğraflı mektuplar aldığım doğrudur, yanıt vermek kısmet olmadı.

Cezaevinin en acayip taraflarından biri, insanın uyum kapasitesini görüp her an ama her an kendine şaşırması. Gündelik hayatta asla aklınıza gelmeyecek bazı şeylerin yokluğuna, ruhen de bedenen de saniyede alışıyorsunuz. Öyle telefondu, internetti falan değil söz ettiğim yokluk. Mesela tuvalet kağıdı… Bayağı bayağı temel şeylerden bahsediyorum! Evet, Bakırköy Kadın Cezaevi’nde tuvalet kağıdı yok. Ciddiyim. Peçete var sadece. Tuvalet kağıdı yok. Niye belli değil ama yok, başka cezaevlerinde var, burada yok. Mesela makas yok. Yani tabii makas olmamasının bir mânâsı var, kesici alet ama “yokluğuyla”, “vay arkadaş, insanın ne çok ihtiyacı oluyormuş makasa” dedirten bir objeymiş makas.

Tuvalet kağıdı ve makas özlemek diye bir şey varmış hayatta. Bu makas meselesi ciddi, erkek cezaevlerinde berber varmış, erkekler sanırım 15 günde bir berbere gidebiliyormuş. Biz, Bakırköy’de bir yılda bir kere kuaför gördük, o kadar. Kadınlar ne yapıyor peki? Yaratıcılıkta sınır yok, tırnak makasıyla, hani şu çıtçıtlı olanlarla, saç kesiyorlar! Kaç saat sürüyor, nasıl beceriyorlar hiç bilmiyorum ama tırnak makasıyla gayet havalı kesilmiş saçlar gördüm valla maltada. Kapalılığın ortaya çıkardığı yaratıcılık gerçekten muazzam! Zaten memleket tarihine bakınca da kadınların hapishanede nasıl yaratıcı olduklarını görüyorsunuz. (Okuma önerisi: Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Sevgi Soysal)

Kadın-erkek cezaevlerindeki farklar anlatmakla bitecek gibi değil, erkek cezaevinde haftada bir dışarıya çamaşır verilebiliyor mesela ama Bakırköy’de ayda bir! (Bu çok büyük mesele, burada çamaşır yıkamanın zorluğu tarifsiz.) Kıyafetler sayı sınırı olduğu için de, sürekli bir matematik hesabı… Kitaplar mesela, dışarıdan iki ayda bir yedi kitap alabiliyoruz biz, diğer cezaevlerinde ritim çok daha sık. Yedi kitap burada çerez gibi, en fazla 10 günde bitiyor, öyle düşünün, sonrasında cezaevi kütüphanesiyle yetinmek durumundasınız.
Baştan aşağı tuhaf ve saçma kurulmuş sistemde, kendinize “alanlar” yaratıp bir hayat kuruyorsunuz. Aslında hapiste olmanın kısa özeti bence bu. Hayatta karşılaşacağınızı, tanışacağınızı, konuşacağınızı, arkadaş olacağınızı asla hayal edemeyeceğiniz insanlar hayatınızın parçası haline geliyor, tuhaf bir his ama kabul etmeli, çok öğretici. Yani tabii şart mıydı böyle bir eğitim süreci, değildi o ayrı ama oldu işte. 🙂 “Hayatta kalma becerilerini geliştirme süreci” diye bakabiliriz mesela!

Peki en çok neyi özledim? Yani tabii milyon tane şey özledim ama en çok koltuk özledim! Bildiğiniz koltuk. Kanepe olur, berjer olur, fark etmez, koltuk olsun yeter. İnsanın bir yıldır kolçaklı, beyaz, plastik sandalyede oturması hakikaten olacak iş değil. Çok saçma geliyor kulağa, değil mi? Tuvalet kağıdı ve koltuk… Memleket ne kadar saçmaysa, burası da bundan azade değil. Haliyle saçma, haliyle tuhaf!

Paylaş:

Sağlık İçin Kızılötesi Karbon Isı Boyası
Canlıların, özellikle de insanların sağlıklı yaşayabilmek için kızılötesi ışınlara ihtiyaçları vardır. Ancak bir aylık bir sürede yoğun bir şekilde alınan güneş ışınlarının depolanması mümkün değildir. On iki ay boyunca alınacak terapi kalitesindeki kızılötesi ışınlar ise sayısız fayda sağlar.

  • Hücre sisteminin yenilenme gücünü artırır,
  • Kan dolaşımını hızlandırır,
  • Kronik yorgunluğu azaltır,
  • Bağışıklık sistemini güçlendirir,
  • Astım, alerjik rinit gibi solunum yolu rahatsızlıkları olan hastalar için en sağlıklı ısıtma sistemidir,
  • Kas ağrıları, sırt ağrıları ve eklem rahatsızlıklarını azaltır,
  • Bazı kanser türlerinin gelişimini engelleme özelliğine sahiptir,
  • Şeker hastalıklarının yan etkilerini azaltır,
  • Fizyoterapi tıp merkezlerinde doğrudan kullanılır.

Tıbbi araştırmalar, uzun dalga boyundaki ışınların terapi etkisi yaptığını, hiçbir zararlı yan etkisinin olmadığını ve insan vücudu için en uygun sıcaklığı sağladığını göstermiştir. Uzun dalga boyunda, terapi kalitesindeki kızılötesi ışınlar ile ısıtma sistemi olarak geliştirilmiş olan SRN  Kızılötesi Isı Boyası, güneşin altında ısınma hissini on iki ay sağlamaktadır. SRN Kızılötesi Isı Boyası, uygulandığı ortamı sadece ısıtmakla kalmaz; aynı zamanda bir fizyoterapi merkezine çevirerek, içinde yaşayanların sağlığına katkıda bulunur.
Uzun dalga kızılötesi, radyan ısıdır; yüzünüzde güneşin veya odun ateşinin sıcaklığını hissetmekle aynı histir. Hatta kendi vücudumuzun da yaydığı ısı türüdür. İnsanlığın bildiği en temel ısınma şeklidir. Önce objeleri ısıttığı, ısınan objelerin de ısı yayarak çevreyi sıcak tuttuğu için binlerce yıldır tercih edilmiştir.
Bugün, yüksek enerji verimliliğine sahip SRN Kızılötesi Isıtma Teknolojisi, estetik ve konforlu bir şekilde radyan ısıyı çevre dostu olarak kolayca tekrar kullanabilmemizi sağlamaktadır.
Geçtiğimiz yüzyılda insanoğlunun konforlu olması sebebiyle tercih ettiği konvansiyonel ısıtma sistemlerinin (petek, klima vb.); yakın gelecekte yerini tekrardan kızılötesi ısıtma sistemlerine bırakması kaçınılmazdır.
SRN KIZILÖTESİ KARBON ISI BOYASI HAKKINDA BAZI BİLGİLER

  • SRN Kızılötesi Isı Boyası havayı kurutmaz ve havayı değil sizi ısıtır.
  • 24 V Elektrik ile çalışan Kızılötesi Isı Boyası sistemi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla kombine çalışabilir. (Güneş ve Rüzgar enerjisi)
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası Üstüne duvar kağıdı,sıva ve boya gibi ürünler ile uygulanabilir özelliklere sahip bir üründür.
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası’nın boyandığı ortamda nem ve küf olmaz.
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası mekanik tesisat ve bakım gerektirmeye bir üründür.
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası anında ısınma ve homojen ısı dağılımı sağlar.
  • SRN Kızılötesi Isı Boyası sağlıklıdır, nefes hastaları (bronşit vb) için en uygun ısıtma teknolojisidir.
  • Su bazlı karbon kaplamalar ek veya ana ısıtma da mükemmel olarak kullanılabilir.
  • Pars alüminyum tozu,pars bakır tozu,Pars Çinko Tozu,Pars Grafit Tozu,Pars Kurşun Tozu,Pars demir tozu,pars kurşun oksit,pars kurşun oksit sülyen,pars kurşun oksit mürdesenk,pars fire assay flux,pars nitrik asit,pars hidroklorik asit,pars sülfürik asit,pars hidrazin hidrat,pars kaolin,pars sepiyolit,sunsep,sundiyo,sunmag,pars zeolit,pars 67 mangan dioksit,pars85 mangan dioksit,hadjin yılan kovucu,parsvet yara tozu,pars lime sülfür,nanotozlar,yemkat.com,sunshield kaolin,sunshield sıvı kaolin,pars silisyum karbür,silisyum karbür,dmr74 mangan dioksit,pars magnezyum sülfat,pars magnezyum sülfat anhidrat,pars magnezyum sülfat monohidrat,pars magnezyum oksit,pars bakır sülfat,pars demir sülfat monohidrat,pars kalay sökücü,pars nikel sökücü,süren vollastonit tozu,pars volfram  tozu,pars molibden tozu,pars antimon oksit,pars potasyum hidroksit,pars potasyum silikat,kimyadeposu.com,claypacks.com,demsil silikajel,demsil kil paketi,demsil nem alıcı,nemal nem alıcı,pars sodyum metabisülfit,pars sodyum bisülfat,pars magnezyum nitrat,pars sodyum persülfat,pars kalsiyum sülfat,pars kalsiyum sülfat dihitrat,pars hayvan altlığı,pars sodyum lignosülfonat,pars maden tozları,pars metal tozları,pars yem katkıları,pars nanotozlar,pars çinko oksit,sunshield sıvı kaolen,süren titanyum tozu,pars bakır oksit,demsil silikajel,süren otocam çizik giderici,pars seryum oksit,süren ferro vanadyum tozu,pars spekülarit,süren bit-pire kovucu,süren bakır tozu,süren teknoloji,bakır tozu,
  • DMRSÜREN KİMYA LTD.ŞTİ
  • 05523307100-05325466184
  • www.kimyadeposu.com,www.claypacks.com,www.nanotozlar.com,www.netyerim.net
  • www.potasyumsilikat.net,www.kursunoksit.com,www.parsman.com.tr,www.parsgrafit.com.tr
  • www.parox.com.tr,www.sepiyolit.net,

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu