Doğan Özdemir – Adam seçmek
Adam seçmek
Akşama ne yemek yapacağının telaşı ile pazarda dolaşan Ayşe teyze tezgâhların önünde tek tek sebze seçiyordu. Türlü yapacaktı; o zaman orta kalınlıkta çekirdeksiz patlıcan gerekirdi. Buradakiler pek de uygun görünmüyordu; diğer tezgâha geçti. İşte bunlar daha iyiydi. Üstelik buradaki kabak ve taze fasulyeler de oldukça iyi görünüyordu. Sebze kısmını tamamladıktan sonra kasaptan az yağlı, orta büyüklükte doğranmış, yumuşak tarafından et de alınca artık geriye fazla bir şey kalmamıştı. “Mademki iyi bir yemek yapacaksın; o zaman en iyi malzemeyi de seçmek zorundasın. Aksi halde harcadığın para da, emek de boşa gider” diyerek yoluna devam etti.
Ahmet Bey de 32 daireli bir inşaat işi almış, ekip oluşturmaya çalışıyordu. Uzun zamandır bu işi yaptığından o çevrede çalışanları da tanımanın rahatlığı ile adam seçmekteydi. Ali’nin boya işlerinde ne kadar marifetli olduğunu, Mehmet’in ise çok iyi bir sıvacı olduğunu biliyordu. Sonra demirci, betoncu, marangoz ve amele seçimine geçince epeyce zorlandı. Örneğin demirciyi yeterince tanımıyordu. Önce çevresine sordu, yaptığı işleri araştırdı. En son kendisini çağırıp sohbet arasında kısaca testten geçirdi; iyiydi doğrusu… Böylece yapacağı sözleşmeye göre işi en iyi ve en ucuza nasıl yapabileceğini baştan planlamış oluyor, ileride can sıkıcı sürprizlerle karşılaşmak istemiyordu.
Bunlar bireysel seçimlerdi; sadece ilgili kişileri etkilerdi. Ama sonuçta bir seçimdi; bir “tercih” belirtiyordunuz. Bu, Apartmana Yönetici seçerken de, bir STK’na Başkan seçerken de aynı ciddiyetle davranmayı gerektirmez miydi? Örneğin; kentinizle ilgili, halk adına, en az beş yıl boyunca aldığı kararlarla senin geleceğini güzelleştirecek ya da geriye dönülemez hasarlara neden olacak birilerini seçerken nasıl davranmalıydın acaba? Görevleriyle meslekleri arasında bir bağlantı olması gerekir miydi? Böylece karar verecekleri konuda bilgi sahibi olmaları daha mantıklı olmaz mıydı? Lideri ve ekibi iyi olmayan başarılı olabilir miydi? Benzer bir sürü soru sıralanabilir.
İşin özü; ne siyasi, ne etnik, ne dini gerekçelere göre değil, eğer sadece liyakatine bakarak seçim yapılırsa herkes kazanacaktır! Ama işinin ehli olmak yerine “yandaş, bizden, sizden, dindar, gerici, faşist, komünist…” gibi yapacağı meslekle hiç ilgisi olmayan değerlere göre adam seçilirse sonuç ne olurdu?
Yediğimiz kazık ve kaybedilmiş bir gelecekle baş başa kalırdık! Demek ki, bir yemek yaparken bile içeriğini seçmeye yeterince özen gösterdiğimiz halde, geleceğimizi belirleyenleri seçerken niçin duyarsız davrandığımızı sorgulamamız gerekmektedir.
İşin en acınası yanı; bu konuda hiçbir duyarlılık göstermeyen, sorumluluk almayanların işler sarpa sarınca herkesten çok bağırıp çağırmaları oluyor… Bir de yepyeni, küçücük, ama birilerinin kişisel beklentilerini karşılamak adına görünen grupçuklar oluşturmalarını izliyoruz. Bütünleşmek yerine “küçük, ama benim sesimin çok çıktığı yer olsun” düşüncesinin aşılamamasının üzüntüsünü yaşıyoruz.
Ama bu arada “atı alan da Tuzla’yı geçip Bolu’ya doğru at koşturmayı sürdürüyor!”