Göçebelikten vazgeçen insanoğlu öncelikle kendine kalıcı yuva olacak konutları keşfetmiş, sonra da buraları en iyi yaşanabilir hale getirmek için çaba sarf etmiştir. İşte sahneye yavaş yavaş modern insan ve kentleşme çıkmaktadır.
Başını sokacak bir kulübecikten apartmanlara, oradan gökdelenlere doğru enine ve dikine binalar, betonlaşma başlayacaktır. Elbette bu kadar bina yapılırken bunların aralarında yollar, iş alanları, sosyal alanlar, biraz daha dışında zirai ve hayvancılık bölgeler, sanayi bölgeleri de yapılmak zorundadır. Bu da yetmeyecek; okullar, hastaneler, parklar, bahçeler de gerekecektir. Ve en önemlisi alt yapı denen kanalizasyonlar, metrolar, su yolları, elektrik ve doğalgaz gibi enerji ve ısınma araçları da unutulmamak zorundadır.
Zavallı insanoğlu! Eskiden “ne kadar ilkelsem o kadar rahatmışım!” diyecek hale gelmiştir! Bir arada yaşamanın çok zor olduğunu her geçen gün dayak yiye yiye öğrenmek zorundadır artık! Hani “elinden gelse acaba evrimi tersine çevirir miydi?” sorusu iddia kaldırır bir soru gibi durmaktadır.
Günümüzde kentlerin birer canlı organizma gibi sürekli gelişen, büyüyen, kalıbına sığmayan bir yapısı vardır. Her kentin bir de “tarihi” vardır ki bu çok önemlidir. Kentlerin bu tarihi dokusu korunarak onu geleceğe hazırlamak o kentte oturan tüm bireylerin ortak hak ve sorumluluğudur. Günümüzde bu hak, demokrasi gereği olarak, halk tarafından seçilen “Belediye Başkanlıkları” tarafından yürütülür.
Ancak halkında; kentleşmenin, tarihsel dokunun korunmasının, ortak yaşamın kolaylaştırılması için daha çok alan bırakılmasının önemi, nüfusun belli bir bölgeye yoğunlaştırılması yerine olabildiğince geniş alanlara yayılarak buralarda daha kolay alt ve üst yapı yapılması, su, kanalizasyon ve enerji hatlarına en kolay ulaşımın sağlanması gibi daha pek çok konuda yeterince bilgi ve sahiplenme yoksa tüm bu söylenenler boşta kalacaktır. O zaman temsili demokrasinin gereğine boyun eğilecek, iş tamamen “yetkili kurumun yeteneğine” bırakılacaktır.
Az gelişmişliğin göstergesi olarak, bir kentin kaderinin o kentin zenginleri veya zengin olmaya aday kişileri tarafından belirleniyor olması sıkça yaşanan bir durumdur. Bu tür rantiyelerin cüzdanları daha şişkin, vicdanları ise oldukça pişkindir! Kendi geleceklerini garantiye almanın her türlü yolunu deneyerek “çok; daha çok, daha da çok” kazanabilmek için her şeyi yapacaklardır.
Kentin nefes alacak yeşil alanının kalmaması, yapılaşmanın belli bir bölgeye yığılması, alt yapı ve üst yapının buralara sonradan eklenmesiyle içinden çıkılamaz sıkıntılara neden olunacağı gibi o kentin tüm halkının birlikte yaşayacağı sorunlar hiç önem taşımayacaktır! Önemli olan; ellerindeki tarlaların yüzlerce kat fazla değerleneceği arsa olması; iki-üç kat izinli yerlerdeki evlerinin 7-8-10 kata çıkarılması, ana yolların kendi arazilerinden geçerek oraların değerlenmesi gibi “küçücük!” çıkarların peşinde koşmaları aslında onlar adına doğaldır! Rantiyeci rant peşinde koşacaktır!
Koşacaktır da; peki o kentin halkı ne yapacaktır? Hep başkalarından umut bekleyerek bir yerlere varılamayacağı anladığında iş işten çoktan geçmiş olacaktır. Yaşadığı kentin her geçen gün nasıl bir felakete dönüştüğünü göremiyorsa, bunların hesabını yasal yollardan soramıyorsa, en kötüsü böyle yaşamaya alışıyorsa hepinize geçmiş olsun! Kent elden gitmiş ve daha da gidecektir!
İçinde yaşamakta olduğunuz kentin 40 yıl öncesindeki halini özlüyorsak, ondan sonraki 10-15 yılda ise nasıl perişan edildiğini görüp kızıyorsak hatayı önce kendimizde aramamız gerekir. “Neden o zaman yapılan yanlışa karşı çıkamadık, neden yasal yollara baş vurmadık” demeliyiz. Şimdi de 10 yıl önce yapılmış yanlışı tartışıyorsak demek ki gerçekten örgütsüz ve bilinçsiz bir toplumuz! Ön ayak olmaya kalkan 3-5 kişi de kim bilir hangi nedenlerden dolayı kendilerini halka kabul ettirememiştir; bunun da ayrıca düşünülmesi ve sorgulanması gerekir.
Kentlerin geleceği siyasi görüşlerden de, kişisel çıkarlardan da üstündür, üstün olmak zorundadır! Bunu kavrayamayan bir halk ise, bir avuç kişinin kendi çıkarları için tarihe gömecekleri bir kentte her geçen gün sadece geçmişteki resimlere bakıp “ah çekmek” zorunda kalacaktır!
Toplumsa konularda örgütlenmeyi sadece partileşmek, cemaatleşmek, gruplaşmak olarak görenler; kendi taraflarındaki yanlışları görmek yerine karşı tarafı suçlamaktan başka bir işe yaramayacaklardır. Halbuki doğru her zaman doğrudur; bunu yapan kim olursa olsun! Üstelik “paranın dini imanı da yoktur” sözü hiç unutulmamalıdır.
Burası balıkçı kentidir; balığın baştan kokacağını da bilirsiniz! Ama ya balığın kokmasına izin vermeyeceksiniz; ya da kokmuş balığı satın almayacaksınız! Başka çare yoktur!
Örgütlü, bilinçli, yaşadığı kentin geleceğini siyasi nedenlerle ziyan etmeyecek hale gelmemize çok var mı diyorsanız; evet, maalesef, epeyce çok var hem de!

Başa dön tuşu