Yazarlar

Doğan Özdemir -Corona Günlükleri-54

Paylaş:

Corona Günlükleri-54

Ölüyoruz

Evrendeki tüm canlı organizmalar varlıklarını sürdürebilmek için sürekli değişim ve mücadele içindedirler. Çıplak gözle gözleyemediğimiz ve adına “Evrim” denen bu değişim bir doğa kuralıdır. Bulunduğu ortamda güçlü olmayan, uyum sağlayamayan canlılar yok olur. Hastalık etkenleri de böyledir; eğer üzerinde yaşayabileceği bir “Konakçı”, yani “Kurban” bulamazsa ölür. Bu sırada kendini yaşatırken ise kurbanı zarar görür ve ölür! Bu çelişkili durum; zararlının geleceğini garantiye alması için kurbanını öldürüp yok ederken kendinin yaşayabileceği ortamı yok etmesi olacağından, uzun süreçler sonucunda “Değişim/Mutasyon” geçirerek kurbanının daha uzun yaşamasını sağlamak ister.

Şu anda yaşamakta olduğumuz Covit-19 pandemisi de buna benzer şekilde sürmektedir. Bu tür salgınlardan kurtulabilmenin tek yolu; bulaşma yollarını kesmek, konakçısıyla mikrobun buluşmasını engellemek ve üretilecek aşılarla aşılanmaktır. Bulaşma yollarını kesmenin en etkili yolu “Karantina” uygulamaktır. Bu, virüsün yaşama süresi kadar bir zamanda konakçısı, yani kurbanına geçememesi, dolayısıyla ölmesini sağlamak demektir. Bu sürece ek olarak tıbben geçerli korunma önlemlerini (Dezenfeksiyon, teması kesme, bulaşmayı engelleyici maske-mesafe kurallarına uyma gibi) almak da zorunludur. Bu tüm sahada aynı anda uygulanabildiğinde en geçerli korunma yöntemidir. Kurbanına ulaşamayan virüs ölür, yok olur, salgın başlamadan biter. Ancak tüm bunlara rağmen salgının durdurulama olasılığına karşı yetkili kurumlar koruyucu aşı çalışmalarına başlar. Çok zor ve uzun süreçli bu uygulama son ve kesin çarelerden biridir.

Pandemi süreci ülkemizde çok kötü yönetilmiştir. Sağlık konusunda insan temel alınacakken ekonomi öne çıkarılınca “Çarklar dönsün” mantığı, dönen çarkların arasında başta sağlık çalışanları olmak üzere halkımızın ezilerek ölmesine yol açmıştır. Hastalık daha en başından çok hafife alınarak, kendimizi dev aynasında görme, dünyaya ayar verme hastalığımız nedeniyle “En az vaka bizde” diyebilmek uğruna rakamlar -şimdi anlaşıldığı gibi- doğru olarak halka duyurulmamıştır. Aynı mantıkla “Bizde malzeme bol; bakın herkese ilaç ve malzeme yardımı yapıyoruz” havalarına girenler hastalığın gerçek yüzüyle tanışınca halkına üç maskeyi bile dağıtamayarak “Dünyanın bizi nasıl kıskandığını da!” göstermişlerdir…

Doğa olayları hafife alınmaya gelmez! Bunu “Bilimsel” düşünebilenler bilir; ama her şeyi “Allah’a” havale etmeyi ve sorumluluktan kaçmayı adet ve inanç haline getirenler anlamamakta ısrar ederler. Depremleri, selleri, toprak kaymalarını, salgın hastalıkları “Kader” sayarak kabul edilmesini, karşı çıkılmamasını öğütleyerek “Fıtrattan” sayarlar… Yaşam ise hiç öyle değildir! Çürük ev öldürür, fay hattına bina yapılmaz, malzemeden çalınmaz, hatır işi ruhsat verilmez, sel yataklarına yerleşim yeri kurulmaz, toprak kaymaları olacak yerlere ev de, yol da yapılmaz… Hele salgın hastalıklar muskalarla, şeyhlerin virüs kovalama şovlarıyla asla önlenemez! Buna inanan olabilir; ama buna inananlar halkın kaderiyle oynayacak yönetici olmamalıdır!

Artık orta çağdan kurtulup günümüze dönme zamanı gelip de geçmektedir. Kişisel yetersizlikler yüzünden hastalıkla ilk etapta en önde savaşmakta olan sağlık çalışanlarımız göz göre göre “Meslek şehidi” olmaktadırlar! Kasanın dibi çoktan göründüğünden, bu alanlara harcanması, personel alımında kullanılması gereken vergilerimiz “Meçhul mahallere!” harcandığından olsa gerek, yok olduğundan, şimdi yönetenler de bizim gibi ölümlere seyirci kalmaktadırlar! “Her şeyin başı sağlık!” diyenler, sağlığa sadece kendileri hasta olunca mı değer biçiyorlar acaba? Bir an önce sağlık çalışanlarımıza personel, ek ödenek, malzeme desteği yapılmalı; bu pandemi bir “Meslek hastalığı” olarak yasalaştırılmalıdır.

Bu güne kadar gerçek rakamların söylenmemesi, 85 milyonluk ülkemizde günlük 20 kadar ölüm, 200 kadar hasta olduğu ve “Her şeye hâkimiz!” söylentisi halkın bu canavarı yeterince önemsememesine, hafife almasına neden olmuştur. “Muhalif” diyerek İstanbul, Ankara, İzmir gibi illerimizin seçilmiş yetkililerinin resmi ölüm rakamlarını vermeleri bile neredeyse “Vatan hainliği” sayılabilmiştir. Şimdi ne olmuş da bir günde 400-500’ü zor bulan bulaşma sayıları 6-7 binlere, sonra da 30 binlere çıkıvermiştir? Demek ki “Mızrak çuvala sığmamıştır.” Bu durumda bile topu kolaylıkla “Bilim Kurulu’na atıvermek ne kolaydır! Ama buradakiler de bunu fazlasıyla hak etmişlerdir; bir tanesi çıkıp da “Sonu ne olursa olsun” diyerek gerçek rakamları açıklama cesaretini gösteremediklerinden, aynı kendileri gibi daha önceleri kolayca harcanıveren kişi ve kurumları görmezden gelmenin cezasını çekeceklerdir. Birileri onların sırtından aklanırken kendi isimleri ve meslekleri zan altında kalacaktır.

Gittikçe yükseltilen vaka sayılarının, acaba yarınlarda piyasaya sürülecek aşıların ülkelere göre dağıtımında bu rakamlarla orantılı olacağı gerçeğine göre mi olduğu hep şüphe içinde kalacaktır. Artık bıçak kemiğe dayanmıştır; karantina uygulaması kaçınılmazdır! Vergilerimizin öncelikle insan sağlığına harcanmasını istememiz de en doğal hakkımızdır. Ölenlerin, meslek şehidi olanların, evlerine hapsedilenlerin hesabını birileri eninde sonunda hukuki yollardan verecektir! “Önce insan” diyemeyenleri yeşil dolarlara sarıp gömmedikleri de anımsanmalıdır!

Paylaş:

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu