Doğan Özdemir – Paspas olursanız üstünüze basarlar!

Paspas olursanız üstünüze basarlar!

Ülke yuvarlana yuvarlana bayır aşağı doğru giderken bizlere gösterilen yıldızlı gökyüzünün güzellikleri önümüzü görmemizi engelliyor. “Cambaza bak” oynatıyorlar. En güzel öğrenme şekli olan “Yaşayarak öğrenme”ye dönmeliyiz… Taşa takılınca düşeceğimizi yüz kişi söylese de kulak arkası edeceğimiz kesindir. Ama burnumuz sert toprağa çarptığında şaşkın şaşkın düştüğümüzü görüp bir daha kolayına unutmayacağımız da kesindir.

Halkın en büyük sıkıntısı şu anda geçim derdidir. Çöpten yiyecek toplayanları görüp yüreği yanmayanların dediği hariç, işsizlik ve aşsızlık en üst düzeydedir. Yönetenler ise bunlar “Montajdır montaj” diyorlar! Çalışanların ve emeklilerin çok büyük kesiminin asgari ücret ve altında –açlık sınırında- ücret aldığı gerçeği görmezden geliniyor. Ama para olanda çok; sadece olmayanda yok! Üç dört maaş alan garibanlar aldıkları parayla hayır hasenat yapıyormuş; cennet garanti yani! Ötekilerin ise en hayırlı işi çocuklarını kuru ekmekle doyurabilmek, bulabilirse lüks olarak yanına bir katık koyabilmek olduğundan, hayır yapacak halleri kalmadığından onlar külliyen cennete hasret kalacaklar bu gidişle…

Kendi atadıklarından kendi istedikleri rakamları söyletenlere göre ülkede açlık, yoksulluk, işsizlik, geçim sıkıntısı zinhar yok! Bunlar hep iktidarı çekemeyen bölücü hainlerin uydurması; zilletçilerin işi… Enflasyon mu, o da ne? Dolar zaten “Dıjjj güçlerin” işi… İtibardan tasarruf yapacak halimiz yok ya; kendi halkımız çöpten yiyecek ararken başka ülkelere yardım yapacağız, oradaki aç ve düşkünlere refah sağlayacağız! Zaten bizi hep kıskanmıyorlar mı? İşte bundan! Siz “Ayranı yok içmeye…” diyenlere kulak asmayın! Onlar avuç içi kadar odaları, bir masa dört sandalyeyi makam diye gösterip, makam arabaları bile olmadığından işe bisikletle ya da metroyla gitmeye utanmıyorlarsa onların sorunu yani… Biz koca padişahların torunlarıyız, elbette hanlar-hamamlar-saraylar olacak netekim…

Bütçede para kalmadı, Merkez Bankası eksilerde, yani kasaya borçlu. Bir gecede iç edilen milyar dolarların hesabı sorulamıyor. Sorulsa da tenezzül edip yanıt verilmediği gibi bunları denetlemesi gerekenler susuyor, yargılaması gerekenler görmüyor. Dün parmağında yüzüğünden başka bir serveti olmayanların 5-10 yıl içinde nasıl bu kadar büyük servetlerin sahibi olabildikleri sorulamıyor! İşte dünyada bir tek bu konuda rekor kırıyoruz ve dünya bu konuda bizi kıskanacaktır! Elbette bal tutanlar parmaklarını yalamakla meşguller. Bal üstü pudra şekeri de olabilir yani!

Halkın tek güvencesi olan hukuk ve adalet ise bir gece yarısı ülkeyi ter edip gitmiş gibi! Gücü olanın istediği kararı çıkarabildiğini görmek tüm umutları kırıp geçiriyor. Üç mahkemeden aynı olay için üç ayrı karar çıkması artık insanları şaşırtmaz oldu. “Ankara’da yargıçlar var” da diyemeyeceksek bundan sonra herkes kendi işini kendi mi halledecek? Bazı siyasilerin mafya bozuntularına can simidi gibi yapışması bundan olsa gerek!

Halk dini inançlarına yeterince sahip çıkamamanın cezasını çok ağır olarak çekiyor; ama çoğu daha farkında bile değil… Laikliğin inançların en büyük güvencesi olduğunu anlayamayanlar kendi özgür iradelerini “Cemaat ve tarikat lideriyim” diyen birilerine teslim ettiler. Şimdi Allah ve Peygamber bir kenara bırakılıp onların görevlerini kendilerinin yaptığını söyleyen dalkavuklar yüzünden gerçek dinlerinden de oluyorlar. Tek öğrenebildikleri cinsellik; o da tamamen yanlış! Kadın düşmanlığı, kadının çocuk yaştan itibaren alınıp satılabilen köleliğe indirgenmesi savunuluyor. “Kendim ettim kendim bozdum” diyorlar; yerseniz! Tecavüz erkek-kadın-çocuk demiyor; ama “Bir defadan bir şey olmaz” denebiliyor. Hırsızlık, devlet malını çalma, yandaşlara dağıtma, kul hakkı yeme, namussuzluk neredeyse olağan işlerden sayılıyor. Dinciler bunları ağzına almazken iki laflarından biri laiklik ve Atatürk karşıtlığı oluyor! Size de bunu din diye yutturuyorlar! Haram ye, kul hakkı ye; ama şeyhine-liderine sorgusuz biat ve itaat et! Sayelerinde Deist ve Ateistler çığ gibi artıyor.

İnsanlar inançları doğrultusunda sadece Allah’ın kulu olur! Bunun dışında hiç kimse kendini Allah yerine koyup karşısındakini kulu yerine koyamaz! Kula kulluk etmek insan olarak da inanç gereği de bağışlanamaz bir suçtur.

Corona salgını ise bize net olarak “Bakan” olanların havaya baktıkları, istifa bile edemeyen, görevinden affedilen kişiler olduğunu, hiçbir yetki ve sorumluluklarının da olmadığını gösterdi. Söz sahibinin sadece bir kişinin olduğu sistemde “iki kuş tutanın birini kaçıracağı” düşe kalka öğreniliyor. “Ben yaptım oldu; işinize gelirse, size inat, ben yaptım ben bozarım” inceliğiyle yönetiliyoruz.

Yalan dolanla, salt kendini ve yakınlarını kurtarmak amacıyla bulundukları yerlere ahtapot gibi yapışanlar yüzünden halkın sefilleri oynaması sürüyor. “Aynı gemideyiz” diyenler kendileri transatlantikte lüks kamaralarda, bizleri de filikada gördükleri gerçek… Buradan çıkış yolu, kaptan ve tayfalarına yol vermek, sağlam bir gemide herkesin eşit koşullarda güvenle yolculuk edebileceği bir ortam hazırlamaktan geçer.

Kurtuluş için dün Atatürk neler yaptı ise, bıkmadan usanmadan, defalarca okuyup çıkış yollarını ezberlememiz ve şimdiki yaşantımızda uygulamamız kaçınılmazdır. Yarınlar hepimizindir. Kimsenin geleceğimizi demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, hesap sorulabilir bir düzenden, tüm vatandaşlarımızın eşit olacağı sistemden uzaklaştırmasına izin vermeyelim. Yalan-dolandan, kul hakkı yemeden, hırsızlıktan, çalıp çırpmadan, halkın bir kısmını ötekileştirip birbirine düşman etmekten uzak duralım. Hep birlikte mutlu olmadıktan sonra gerçek mutluluğu tadamayız.

Üzerimizden bizi paspas gibi ezerek geçenlere karşı dik durmaz, karşı çıkmazsak şikâyet etmeye hakkımız da olmaz. El ele, gönül gönüle, iyiye, doğruya, demokrasi ve özgürlüğe doğru gidelim. Başarabiliriz; yeter ki aklımızı kullanalım.