Dünyamızda yaşayan 7 milyar kişinin ortak özellikleri “insan” olmaları, ortak mirasımız olan dünya nimetlerinden eşit şekilde yararlanması ve onu aynı derecede korumak zorunda olmalarıdır. Ama acaba işin aslı öyle midir?
Acı gerçek ise, bunların hiç farkında olmayan çok sayıda insan olması ve dünyalarını, sadece içinde yaşadıkları ufacık yaşam alanlarıyla sınırlı sanmalarıdır… Alışageldikleri yaşam tarzının dışında olan dünya hiç ilgi alanlarına girmez, merak bile etmezler! Sabah kalkıp işe gidecek, akşam eve gelecek, dün yaptıklarının benzerlerini yine yapacak, tüm günleri bunların tekrarıyla geçecektir. Onu ayakta tutan şey “hormonlarının yönlendirmesiyle” yemek, barınmak ve çoğalmaktır! Hele salt insana özgü “İnanmak” gibi bir değer vardır ki, tüm diğerlerini de yönlendirebilecek o duygunun esiri olacaktır. Bu sayede zaten fazla yormadığı beyninin almadığı konuları da inancına havale edecek, sürekli düşünmeyen, sorgulamayan biri olarak kalmanın mutluluğunu yaşayacaktır. Özetle “Aklın yoksa derdin de yok” olacaktır!…
Böyle bir yaşam tarzı insanı acaba mutlu eder mi? Şaşırtıcı biçimde yanıtın “evet” olduğunu ve çoğu kişinin mutlu olduğunu göreceğiz. Ama bunun gerçek bir mutluluk olamayacağı da açıktır… Çünkü bu tür kişiler gölgesinden bile korkacak, yaşamının devamı için “gücü yetmeyen her şeye boyun eğecek” teslim olacak ve bunu “kurtuluş ve huzura erme” olarak kabul edecektir!…
Tüm ilişkilerinin temeli bireysel çıkarlar olup ona yarar sağlamayan hiçbir konu ilgi alanına girmeyecektir. Hep üç maymunu oynayıp “Duymayacak, Görmeyecek, Konuşmayacak”, dünya yansa bir kalbur samanı yanmayacaktır.
İnsanın yapısında olan “kolaycılık” bunların yaşam felsefesi olup onun yerine düşünen, karar veren, uygulayan birilerinin yanında olmanın mutluluğunu yaşayacaktır. Tüm güçlüklerden ortamdaki en güçlüye “biat ve sorgusuz itaat ederek” kurtulacaktır. Çünkü asla “haklıdan yana “değil, hep “güçlüden yana” olacak, yaşamı, eteğine sığınacağı bir “efendi” aramakla geçecektir.
İşte hepimiz bu tür insanlarla aynı ortamı paylaşmak zorundayız. Onlar bu ülkenin “diğer parçalarıdır.” Bu türlü insanlarda özgürlük, onur, bağımsızlık gibi kavramlar hiç olmayacak, sahibini mutlu edince bir lokma yiyecek ya da kuru bir “aferin” denmesini bekleyip huzur bulacak kişilerdir. Zorunlu olarak aynı ortamı paylaştığımıza göre beklentilerimizi de ona göre ayarlamak zorundayız.
İşin garibi “birey” bile olamayan bu kişilerle toplum içinde “hacim olarak” eşit yer kaplıyor olacağız!… Sıraya girip sayıldığımızda bize de onlara da birer numara verilecek, kuyruğa girdiğimizde önümüzde ya da arkamızda yine onlar olacaktır. Oy kullanırken onların oyu da senin oyun da aynı ağırlıkta olurken yasalar karşısında da eşit olacağımızı unutmayacağız.
Siyaset denen sistemde yükselmek, yerini korumak ve gelecekte de garantiye almak için bu tür insanlara şiddetle gereksinim duyulmaktadır. Onlara kimi zaman “yandaş” kimi zaman “bindirilmiş kıta” denir. Tek istenen sorgusuz “biat ve itaat edecek” bir grup yaratmaktır.
Bu tür insanlar bilinçli olarak tam da anlatıldığı durumda yaşatılmak isteniyor. Onlara insan olmanın onuru, özgürlük ve bağımsızlık gibi kavramlar hiç öğretilmiyor. Kaba güç, sadaka ekonomisi, dini hurafeli dayatmalar ile fiziki ve beyinsel olarak kontrolde tutuluyorlar. Daha doğdukları andan itibaren boyun eğen, kaderine razı olan, sormayan, düşünmeyen, araştırmayan; ama temel gereksinmeleri “muktedir!” tarafından lütfedilen ve kısıtlı yaşamasına izin verilen “mankurt”lara dönüştürülüyor!…
Bunu sağlamak için iktidar erkini en iyi şekilde kullanarak, öncelikle eğitimi dinselleştirerek, bilimden uzak, hurafelere dayalı, ezberci, “Ayıp-Yasak-Günah” kalıpları içinde biat kültürüne inanmış bir nesil yetiştiriliyor. Çünkü bu kitlenin günümüzdeki adı “Yandaş oy depolarıdır!”
İşte bunun için işimiz çok zor! Bizleri düşman gören bu kesimdeki soydaşlarımızı da gerçek anlamda insan onuruna ve eşit vatandaşlığa kavuşturmaya uğraşacağız. Bunlara insan olmanın erdemi anlatılamadan ülkemizde çağdaş bir yapıya kavuşamayız.
Bu oyunu bozmanın zorluğu ve zorunluluğu ortadadır. Karşımızdaki bu “kullanılabilir cahiller” salt onların suçu değil, aynı zamanda bizim de suçumuzdur. Biliyoruz ki, bu, faşizmin ve dinci totaliterliğin yıllarca ilmek ilmek örerek beyinleri yıpratma ve yok etme yöntemidir. Mankurtlaştırılan bu insanları normale döndürmek, bunun için elimizden geleni yapmak, eğer bunları kurtarılamaz derecede umutsuz vakalarsa hiç değilse gelecek yeni neslin böyle olmamasına çalışmak insanlık görevimizdir.
Bu kavga aslında faşizme karşı verilecek en zor ve en büyük kavgadır!

Başa dön tuşu