Diyeceğim, bürokrasi ve devletle işi olanlar arasında “kültür dindarlığı”dediğimiz şey yaygınlaşıyordu. Yani kültür mantarı gibi, organik değil, doğal değil, zemini ve iklimi sonradan oluşturulmuş yapay mantar gibi, bir şeydi bu.
Ancak kültür dindarlığının boyutları her tarafta görülüyordu ve garip bir hal alıyordu. Umre’ye giden sosyetenin ihramını Dolce Gabbanna’dan almaya kalkması, Abdülhamit güzellemesi yapacağım diye duvarına yanlışlıkla, Abdülmecit tablosu asması, Osmanlı bayrağı ile Tunus bayrağını karıştırması gibi sempatik kazalar oluyordu.
Tam bunlarla ilgili ‘kültür dindarlığı’ diye yazı yazmaya hazırlanırken, bir baktım bizim cenahta bir Atatürkçülük rüzgârı esti ki, herkes o tarafa eğildi.
Hayır, Cumhurbaşkanı’nın bu yönde bir talimatını da duymadım, neden bu kadar acil bir şekilde, ‘asıl Atatürkçü’ olduğunu ispatlamaya başladı birileri ki? ‘Benim ninem de başörtülüydü’ diyenlerden sonra, şimdi de ‘benim dedem de Atatürk’ün silah arkadaşının oğlunun torunuydu’ diyenler çıktı.
Bunalıma giren hanımlar saçını kestirip, rengini değiştirirmiş derler. En başta liberal, sonra Kürtçü, sonra İslamcı, sonra milliyetçi ve şimdi de Atatürkçü olan ama hep ‘Reisçi’ olduğunu söyleyen bu tayfanın bunalımı, sanırım patolojik bir hale döndü. Yakında şizofren olup kim olduğunu unutacaklar.
Demem o ki, ‘kültür dindarlığı’ gibi şimdi de ‘kültür Atatürkçülüğü’ çıktı başımıza. Ne memleket ya. Her gün ayrı bir romanı yazılır inanın.
Baktım olmadı, ben de Atatürkçü olurum artık!
Jurnalci.com
Başa dön tuşu