Yazarlar

Sermayemiz Tarımdır. // Doğan Özdemir

Paylaş:

Herkesin kabul ettiği temel doğrular vardır. Bunlar şuna ya da buna göre değişmez. Sadece inanacak bir kitlesi olanlar kendi doğrularını dayatırlar.
İnsanoğlu yürümeye başladığından beri temel gereksinmesi doyunmaktır. Soğuğa biraz dayanılır, ama açlığa ve susuzluğa asla… Bu güdülerle avcılık-toplayıcılık dönemlerini yaşayıp deneyimler edinmiş, bunları birlikte daha kolay çözebileceği sorunların üstesinden gelmek için kullanmıştır. Yerleşik düzene geçince de Tarım Devrimini yaşamıştır. Öncelik doymak ise, çözüm hem hayvanları, hem bitkileri “evcilleştirmekten” geçecektir. Süreç içinde bunu başaran insan ihtiyaç fazlasını takasta kullanarak daha o günlerden paranın ana kaynağının bu olduğunu keşfetmişti aslında…
Sonra Sanayi Devrimine sıra geldiğinde her ülke kendi özel koşullarına göre para kaynağı aramaya başladı. Kimilerinin yeterli tarım alanı yoktu; ama örneğin madenleri, ormanları, hayvancılığı vardı… Bunlardan elde ettiği katma değeri ülkesinde kuracağı sanayiye kaynak yaptı. Sonra geliştirdiği sanayisi ile hayvancılığını, ormancılığını, madenciliğini daha verimli hale getirdi. Daha çok üretti, daha çok kazandı.
Ülkemize gelirsek; Osmanlı zamanında temel prensip olarak zanaat ve sanayi tamamen azınlıkların işiydi. Tarım ve hayvancılık da yerli ahalinin uğraşıydı. Zor zahmet ürettikleri ise padişahın harcamaları için “Aşar” olarak cebren alınıyordu. Bu koşullar altında çöken Osmanlıdan ulu önder Mustafa Kemal Atatürk sayesinde yepyeni bağımsız demokratik bir Cumhuriyet kuruldu. “Ayak takımı” sayılan halk “Eşit Vatandaş” oldu. Hazine tamtakır iken büyük gayretlerle çağdaş tarıma geçilmeye çalışıldı. Bu arada tarımı destekleyen sanayi de geliştirilerek üretim hızla artırıldı. Artık sanayileşmek için temel kaynak bulunmuştu; Tarım ve Hayvancılık!… Bu gün “babalar gibi satanlar” sayesinde yok edilen Cumhuriyet dönemi sanayisi işte bu yolla; domates-biber karşılığı yaptırılan dev demir-çelik işletmeleriyle başlayacaktı!
Bazı madenlerde dünyanın imrendiği ülkelerin başındayız. Cennet gibi bir coğrafyamızda yılın dört mevsimi Turizm yapılabilen alanlarımız var. Artık en kıymetli madde olan içme sularımız var. Üç yanımız denizlerle çevrili; taşımacılık, turizm ve balıkçılık alanlarımız var. Ama “ülkeyi şirket gibi yönetenler” yüzünden, var olan sanayilerimiz yandaşlara peşkeş çekildiğinden artık “Milli Sanayimiz” hiç yok!… Şirketlerin çoğu ya direk yabancılara satıldı; ya da ekonomik krizler nedeniyle yabancılar tarafından satın alındı. Üstelik Tahkim Yasaları ile valize doldurduğu kazançlarını sırtlayıp gidiyorlar…
Elbette bu durumda işin kolayı olan sürekli “dış alım” uygulandı. Yıllar önce bize dayatılan “Montaj Sanayi” şimdi iktidar eliyle uygulanır oldu. “Sen AB’nin tarımcısı ol” demelerine rağmen, dünyada söz sahibi olduğumuz tarımsal ürünler sırf dış alım yapan yandaş para kazansın diye çoğu kalitesiz ve GDO’lu olarak yurda sokuldu. Hayvancılıkta aynı uygulama yapıldı. Elbette sonuç şaşırtıcı olmayacaktı: Dışarıdan alıyorsan içeride maliyeti kurtarmayacağından üretim duracaktı! Ve durdu!… Şimdi üreterek artı değer yaratan bu alanlarda çalışanlar tüketici olarak hazır yiyorlar. Sonuç; kaçınılmaz ekonomik kriz!…
O zaman nasıl sanayileşecek ve rekabet edebileceksin? Patent alabildiğin bir tek ürün var mı? Sözde “yerli ve milli(!)” diyerek yandaşın gazını almak yetmiyor; en önemli parçalarını dışarıdan satın alıp burada montajını yaparak yerli ve milli ürün olmuyor! Bu ekonomi bilimine ters uygulamalar sana ancak modern sömürge olmanın yolunu açar!
İşte böyle; Cumhuriyet döneminde uçak dâhil her fabrikayı kuranların tek kaynağı akıl, bilim ve inançtı! Onlar köşkler, saraylar ve betonlaşmayla uğraşmadılar; ellerindeki üç kuruşu en akılcı şekilde üreticiye destek yaptılar. Sonra da o üretimlerin karşılığıyla da sanayide atılıma geçtiler. Bu gün gıda üretecek müthiş bir potansiyel varken bunu yok edecek her hamle, olsa olsa yerli ve millicilik değil; en hafif söylemiyle halka ihanettir!
Bunlar siyasetin kişiyi zenginleştirmek olduğu vahşi kapitalizmi bile kurallarına uygun yürütemediler. Kendi gelecekleri ve destekçilerinin kollanması için temel değerlerden vazgeçtiler ve beklenen oldu; ekonomik kriz! “Tasarruf yapın” diyenlerin yaptıklarına bakınca halkla alay edildiği ortada!
Zaten temel para kaynakları yok edilip göbekten dışarı bağımlı hale geldiğimize göre daha yaşayacağımız çok çileler olacaktır. Bakmayın siz “Kriz yok” demelere; mal meydanda. Daha okullar yeni açıldı, kış yeni geliyor, tarlada sebze meyve bitiyor. Çok değil; bir iki ay sonra görürüz kerizi; pardon; krizi!
Yandaşlara gelince; ölümüne desteklediğiniz, toplumun milyonlarca bireyini devlet eliyle dilenciliğe alıştıran bu sözde sadaka ekonomisi, dağıtacak kaynak bulamayınca bırakın vermeyi; elimizdekilerden daha çoğunu zam ve vergi olarak geri alacaktır!
Var mı başka çareleri?

Paylaş:

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu