Yaratıcı olan insanların ortak noktasını biliyor muydunuz ?

Yaratıcılık ve ruh sağlığı arasında bir bağ olup olmadığı bilim dünyası tarafından merak edilen konular arasında yer alıyor. İngiliz Psikiyatri Dergisi’nde yayınlanan yeni bir araştırmaya göre , yaratıcı zihne sahip olanların popülasyonun geri kalanından şizofreni, bipolar bozukluk ve depresyondan muzdarip olması daha muhtemel.
Bu konudaki önceki araştırmalar, küçük örneklem büyüklüğü gibi konular nedeniyle sıklıkla sınırlı kalmıştı. Ancak bu yeni çalışma, tüm İsveç’in sağlık kayıtlarına bakılarak yapıldı ve yaklaşık 4,5 milyon insan örneklemi sağlandı.
Araştırmacılar daha sonra, bu insanların üniversitede sanatsal bir konu (müzik veya tiyatro gibi) çalışıp çalışmadıklarını hesaba kattılar. Gariptir ki, sanatçı yetenekleri bulunanlar arasında şizofreniye yakalananlar daha az yaratıcı olanlardan %90 oranında fazla.
Bu noktada şizofreni teşhisiyle hastaneye yatan sanatçıların sanatçı olmayanlardan %30 oranında fazla olması bekleniyordu. Dahası, sanatçıların bipolar bozukluk nedeniyle hastaneye yatma olasılığı yüzde 62, depresyon için hastaneye gitme olasılığı ise yüzde 39.
Bu ruh sağlığı ve yaratıcılık arasında bir bağlantı bulmak için ilk çalışma değildir. Örneğin, 2010 yılında beyin taramaları, şizofrenlerin düşünce yolları ile çok yaratıcı insanlar arasında benzerlikler olduğunu ortaya çıkardı.
Bu arada, 2015 yılında yapılan bir çalışmada, yaratıcı kişilerin hem şizofreni hem de bipolar bozukluk için risk oluşturduğu bulundu. Bununla birlikte, 2012 yılındaki başka bir çalılma yazarların daha yüksek risk altında olduğunu buldu.
Peki buna sebep olan şey ne?
Bu hala çok net olarak bilinmiyor. Ancak yaratıcı insanların derin düşünmeleri ve duygusal olarak dengesiz olmalarının depresyon gibi durumlara karşı daha savunmasız olmalarına neden olduğu düşünülüyor.
Bu arada, üretkenlik ve yüksek enerjinin getirileri hem yaratıcılık hem de bipolar bozuklukla bağlantılıdır. Bu bağlantının kurulmasıyla birlikte şizofreni hastalığının yaratıcı insanlarda bile görülme oranının çok düşük olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle eğer bir sanatçıysanız endişelenmeniz gerekmiyor.
Peki araştırmalardan elde edilen sonuçlar bu inancı destekliyor mu?
1998 öncesi yapılan 29 araştırmadan 15’i arada herhangi bir bağ bulamamış, 9’u böyle bir bağa işaret etmiş, 5’i ise net sonuca varamamıştı. Bu araştırmalardan bazıları gerçekten bir bağın olup olmadığını incelemekten çok vaka incelemesi şeklindeydi.
Bipolar bozukluk
İsveç hükümetinin yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını inceleyen araştırmacılar, bipolar bozukluğu olanların bu yaratıcı mesleklerden birinden olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu görmüştü.
Ama depresyon ya da şizofreni gibi diğer ruhsal hastalıklarda herhangi bir fark görülmüyordu. Fakat küçük bir meslek grubu ele alındığı için bunun nedenini tam olarak tespit etmek zordu.
Arada bir bağdan söz eden araştırmalar daha çok 1987’de Nancy Andreasen’in yaptığı bir incelemeye gönderme yapıyor. Andreasen yazar olan ve olmayan 30’ar kişilik iki grubu karşılaştırmış ve yazar olanların bipolar bozukluk ihtimalinin daha yüksek olduğunu tespit etmişti. Fakat bilimsellik kriterlerini fazla gözetmediği belirtilerek bu araştırmanın yapılma tarzı eleştiri almıştı.
Sonuçlar inandırıcı bulunsa bile arada neden sonuç ilişkisi kuracak net bağlantılar kurmak zordur. Yani bipolar bozukluğun yaratıcılığı güçlendirmesi nedeniyle mi yazarlar bu mesleği seçmiştir, yoksa ruhsal rahatsızlıkları daha geleneksel bir iş bulmalarını zorlaştırdığı için mi?
Ünlüler araştırması
Referans olarak gösterilen başka bir araştırma da Kay Redfield Jamison’a aittir. Jamison 47 şair, romancı, yazar ve ressamla mülakatlar yapmış, ama onlara karşı herhangi bir kontrol grubu oluşturmamıştı. Yani kıyaslama sadece ortalama insanlara göre yapılabilirdi.
Araştırma sonunda şaşırtıcı düzeyde ruhsal hastalık görülmüştü. Örneğin şairlerin yarısı bir ara tedavi görmüştü. Bu büyük bir orandı, ama görüşülen şair sayısı sadece 9’du.
Bir de daha fazla sayıda insan kullanan Arnold Ludwig’in araştırması örnek gösteriliyor. Ludwig binden fazla ünlü kişinin biyografisini incelemişti. Bunların çoğunda olağanüstü özellikler görse de, hepsinin yaratıcı olduğu söylenemezdi. Ayrıca kendisi de zaten ünlüler arasında ruhsal hastalıkların daha yaygın olduğuna dair bir sonuca varmadığını söylüyordu.
1904’te yine bin kişi üzerinde yapılmış başka bir araştırmada da zeka ve yaratıcılık ile ruhsal hastalıklar arasında bir bağ kurulamamıştı. 1949’da 300 yıla yayılmış 19 bin Alman sanatçı ve bilim insanı incelenmiş ve aynı sonuca varılmıştı. Ancak bu çalışmalardaki zayıf nokta, bu kişilerin biyografilerini yazan insanların verdiği / seçtiği bilgiye dayanıyor olmasıydı.
Neden yaygın?
Peki, bu konudaki veriler bu kadar az ve hatta fazla güvenilmez haldeyken yaratıcılık ile ruhsal hastalıklar arasında bağ kurma düşüncesi neden bu kadar yaygın?
Bunun bir nedeni, bazı ruhsal hastalıklarda görülen olağan dışı davranışların, enerji ve kararlılığın yaratıcılığı geliştirebileceği yönündeki inanç olabilir. Oysa hastalığın tavan yaptığı durumlarda bu durum tersine döner. Örneğin depresyon enerji ve motivasyonu öldürebilir.
Psikolog Arne Dietrich ise bu durumu, önümüzde olan üzerinde yoğunlaşma eğilimiyle açıklıyor. Örneğin Van Gogh’un bir çılgınlık anında kulağını kesmesi hikayesi zihnimizde canlılığını koruyor. Ressamların mutlu bir şekilde işlerinin başında olduğunu düşünemiyoruz. Bu nedenle dâhilerle ruhsal hastalıklar arasında bir bağlantı kurmamız istendiğinde aklımıza hemen birçok örnek gelebiliyor.
Bazı insanlar hastalıklarının yaratıcılıklarını artırdığına inanıyor. Hatta bunu yitirmemek için tedavi olmak istemiyorlar. Ama burada da yaratıcılık alanındaki başarılarını yetenekten ziyade hastalığa bağlama sorunu ortaya çıkıyor. Ayrıca hasta olup da dahilik göstermeyen kişiler kendilerini eksik hissedebilir.
Belki de insanı rahatlatan bir yanı olduğu için yaratıcılıkla ruhsal hastalıklar arasında bağlantı olduğu yargısı ısrarla devam ediyor. Bu hastalık yaratıcılıkla ilişkilendirilerek pozitif bir açı sunuyor ya da yaratıcılık yönü gelişkin olmayanlar hasta olmadıkları için seviniyor. Belki de bu bağlantı biz istediğimiz için devam ediyor.
Londra King’s College araştırmacılarından James Mac- Cabe ve arkadaşları, üniversite yıllarında resim, müzik ve tiyatro gibi sanatsal konularla ilgilenen kişilerin ruh sağlıklarına odaklandıkları bir çalışma kapsamında, tüm İsveç nüfusunun sağlık ve eğitimleriyle ilgili kayıtlarını incelemeden geçirdiler.
Araştırmacılar inceleme sonucunda sanat eğitimi alan kişilerde şizofreni tanısıyla hastanelik olma olasılığının, nüfusun geneline kıyasla, %90 daha yüksek olduğunu gördüler. Söz konusu kişilerin iki uçlu (bipolar) bozukluk nedeniyle hastaneye yatma olasılıklarının %62, depresyona bağlı olarak hastanede tedavi görme olasılıklarının %39 oranında daha yüksek olduğu da görüldü. Araştırmacılar hastaneye yatma olaylarının çoğu zaman üniversite eğitiminden sonra, genelde 30’lu yaşların ortalarında yaşandığına da tanık oldular. Hukuk eğitimi görenlerde böylesine yüksek oranda bir riskin söz konusu olmadığını gören MacCabe, bunun ruhsal bozuklukların yalnızca üniversite eğitimiyle bağlantılı bir durum olmadığına işaret ettiğini belirtiyor.