Doğan Özdemir -Corona Günlükleri-38
Faşizmle mücadele
Siyaset, az gelişmiş ülkelerde tapınırcasına, takım tutarcasına ve “ölümüne!” yapılan, bireylerin düşünce ve davranışlarıyla gösteremedikleri varlıklarını birilerine “aidiyet” ile göstermeye uğraştıkları iş haline gelmiştir. Olması gereken konumundan çıkmış, gittikçe saygınlığını yitirmektedir. Siyasi partiler ise özgür bireylerin kendi gibi düşünenlerle ortaklaşarak ülkelerinin geleceğini planlamak adına tartışıp ortak karar alabildikleri yerler, ekonomik ve siyasi konularda neler yapabileceklerini halka anlatarak seçilmeyi bekledikleri kurumlar olmaları gerekirken içyapılarının ve siyaset dilinin bozulmuş olması nedeniyle yetersiz kalmaktadır.
Siyasetin güncel sonucu olarak halka yalan söylemenin, hırsızlığın-arsızlığın-yandaşlığın prim yaptığı, birlikte yaşamak zorunda olduğumuz coğrafyada halkın bir kısmının “ötekileştirilmesi”, din ve etnik köken ve devletin temel kurumlarının siyasetten uzak tutulması gerekirken aksine tamamen siyasileştirilmesinin mutlaka çok ciddi, geri dönüşü zor ve herkese acı verecek sonuçları olacaktır.
Siyaset üretemeyecek, dünyanın, yaşadığı coğrafyanın ve ülkesinin gerçeklerini kavrayamayacak kişilerin siyasette güçleri tek ellerinde toplamış olmaları ülke adına büyük kayıplara yol açmıştır. Tarihi bilerek çarpıtarak hayal âlemlerinde yaşattıkları geriye dönüşlere esir olmuş beyinlerin bu gün varoluş nedeni olan Cumhuriyeti yok etmeye kalkışması aklı başında herkes tarafından üzüntüyle karşılanmaktadır. Bu düşüncelerle amaçlarına ulaşabilmek uğruna her türlü tavizler verilerek sadece kendilerine bağlı bir “yandaş” grubu oluşturmuşlar, onları sürekli maddi ve manevi olarak besleyerek ayakta durmaya çalışmaktadırlar. Maddi destekler bellidir; ülkenin Cumhuriyet döneminden kalan tüm zenginlikleri yok pahasına satılarak ve yapılacak tüm parasal işlemler önceden belirlenmiş belli yandaşlara verilerek, devletin kaynakları sorumsuzca harcanarak sağlanmaktadır. Manevi destek ise hayal âlemlerinde yaşattıkları gerici siyaseti ancak kendilerinin yürütebileceğine inandırdıkları yandaşlarını “biz gidersek hepinizi gelecek olanlar perişan ederler, aldığınız paralardan olursunuz” korkusuna dayanmaktadır.
Siyaseten yasal yollarla iktidarın değişebilmesi için mutlaka ve öncelikle şu ana kadar bu iktidarı desteklemiş olanların bu tavırlarını yeniden gözden geçirmeler ve desteklerini çekmeleri, artık yaptıkları büyük yanlışı anlamaları sonucu olacaktır. İktidar yanlıları, düne kadar oy verdikleri kişilerin ilk günleri ile son günleri arasındaki siyahla beyaz kadar net farkları göremiyorlarsa sayelerinde ülke de batacaktır! Ama aynı gemide olduklarının bile farkında olamayanlar da hep birlikte batacaktır! Bu anlatılmalıdır. Çözüm yolu budur. Elbette bunun farkında olan iktidar elinden geldiği kadar bu kozunu kaybetmemek için devlet gücünü de kullanarak her şeyi yapacaktır. Bu güne kadar yaşananlar da bu duruma örnektir. Sıkıştıkça sistem olarak baskıların giderek artacağı bir faşizm yaşanacaktır.
Faşizme karşı mücadelede, faşist hareketin demokrasinin kuralları içinde kalmasını beklemek bağışlanamayacak hatadır. Bu tür siyasetin başlangıçta demokrasi kılıfı içinde hareket ettiği, demokrasiyi sadece seçim sandığı sananlara göstere göstere seçim kazanarak iktidar olduklarını tarih gözümüze sokmaktadır. Ancak gücü ellerine aldıkları andan itibaren demokrasinin sadece muhalefeti susturmak, baskıları artırmak ve iktidarını pekiştirmek amacıyla çarpıtılarak kullanıldığı yine tarih sayfalarında yer almaktadır.
Bu tür faşist hareketlerin özgürlükçü-liberal demokrasinin kurumları tarafından zaman içinde uyumlu hale geleceğini, yani ehlileştirilmesini umut etmek ise cehenneme giden yola taşlar döşemek olur. Faşizm, iktidarda tutunabilmek için şeytanla bile işbirliği yapacaktır! “Adamayla mal tükenmez” savsözünü anımsarsanız, bu düşüncenin iktidar uğruna her türlü sözü verebileceğini, geçici demokrat ataklarda bulunabileceğini, günü kurtaracak eylemleri “köprüden geçene kadar dayı” diyerek yürüteceğini bilmelisiniz. Verdikleri her geçici tavizle yerlerini biraz daha sağlamlaştırdıkça o sözlerin buza yazılmış yazı kadar hükmü kalmayacağı da kesin olup bu geçiş dönemine inanmak, gerçekten demokrat olanların ayağına kurşun sıkması, yapacakları en ölümcül hata olacaktır.
Demokrasi ve laikliği yeterince kavrayamamış, ancak anlayabildiği kadar inanan kişiler yüzünden faşizme verilecek tavizler sonucunda, faşizmin devletin tüm kurumlarını daha sıkı eline geçirmesine, tüm kadrolarını yandaşı haline getirmesine sebep olacaktır. Bundan sonra ise devlet ele geçtikçe kurumları kullanmak çok kolaylaşacaktır. Hukuku sadece kendi lehine kullanıp kendine bağlı yeni kollukları da arkasına alarak artık tüm gücü tek elinde tutabilecek hale gelecektir. Bundan sonra hukuktan eser kalmayacağı, mahkemelerden siyasi kararlar çıkarılabileceği, yargının bağımsızlığının sadece kâğıt üzerinde kalacağı döneme geçilecek, artık ülkede muhalif olmanın ne demek olduğu acı olarak öğrenilmeye başlanacaktır.
Tarih baba bize göstermiştir ki, ilk kez değil, hem de defalarca faşizm demokrasiyi kullana kullana iktidarı ele geçirebilmektedir. “Aynı suda iki kez yıkanılmaz” savsözü karşısında çaresizce “O sarı öküzü vermeyecektik!” sözüne dönüşmektedir.
Laikliğin olmadığı yerde demokrasinin, muhalefetin özgürce barınamadığı yerde de ne demokrasinin, ne de laikliğin olamayacağını öğrenmek için insanlar bu güne kadar çok bedeller ödedi. “Aynı nedenlerin aynı sonuçları doğuracağı gerçeğini” halen yeniden keşfetmeye çalışmak sadece faşizme davetiye çıkarmak olmaktadır. Faşizm bir kere geldi mi kolayına gitmediğini açıp tarih sayfalarında görebilirsiniz. Her gelişinde ve gidişinde milyonlarca insanın katline sebep olan faşizme karşı durabilmenin tek çözüm yolu; laiklik ve demokrasiyi tam anlamıyla özümsemek, savunmak ve kullanmak; bunun için de “iş ve eylem birliği” yapmaktır! Üzerinde yürüdüğümüz Sırat Köprüsü gibi incecik çizginin aşağısı faşizm, karşı tarafı özgürlüktür.
Seçenek sizin; isterseniz birbirinizi aşağı atarak da geçmeyi deneyebilirsiniz; el ele tutuşarak ta!