Ekonomi

‘Ekonomide temiz eller’in yol haritası

Paylaş:

Son günlerde organize suç örgütü liderliğinden hüküm alan Sedat Peker’in de açıklamalarıyla iyice ortalığa dökülen kirli siyaset-iş dünyası ilişkileri, seçime az zaman kala vatandaşların kafasını iyice karıştırdı. Halk, ödediği vergilerin ihale veya rüşvet gibi kirli ilişkiler kanalıyla buharlaşmasını artık istemiyor, kendisine hizmet olarak dönmesini bekliyor. Bu noktada da seçim sonrası kurulacak yeni hükümetin önceliklerini sorguluyor. Biz de vatandaşların akıllarını meşgul eden bu soruları, kamu ihaleleri ve yolsuzluklar konusundaki araştırmalarıyla tanınan Başkent Üniversitesi İktisat Programı Bölüm Başkanı, Karar gazetesi yazarı ve eski Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Planlama Uzmanı Prof. Dr. Uğur Emek’e sorduk. İlk sorumuz elbette yeni kurulacak hükümetin bu konuyla ilgili atması gereken adımlar oldu. Emek, hükümetin yapması gereken çalışmaları önem derecesine göre şöyle sıraladı:

  1. Öncelikle Cumhurbaşkanı kararlarıyla kamu kurumlarında çalışan orta ve üst düzey yöneticilerin tamamı görevden alınmalıdır. Bunlar şu anda devlet memuru gibi değil, parti memuru gibi çalışıyorlar. Görevde tutulmaları halinde yeni hükümetin çalışmalarını zedelemek için ellerinden geleni yapacaklardır.
  2. Sayıştay denetçilerinin yetkileri artırılmalıdır. Kapatılan maliye müfettişleri ve hesap uzmanı kurulları dâhil tüm teftiş kurulları yeniden açılmalıdır. Bu kurullar geçmişe yönelik denetim yapmalıdır. Hazırlanacak yolsuzluk raporlarına göre yargı harekete geçirilmelidir. Yargının etkili ve tarafsız çalışmasını sağlayacak tedbirler hemen alınmalıdır.
  3. DPT yeniden aktif hale getirilmeli ve kamu yatırım projelerinde rasyonaliteye gidilmelidir. DPT kamu özel işbirliği (KÖİ) ile yapılanlar dâhil büyük projeleri yeniden gözden geçirmelidir. KÖİ sözleşmelerinin etkili biçimde uygulanması sağlanmalıdır. Bu kapsamda etkili bir performans denetimi yapılmalıdır.
  4. AB kamu ihale direktifleri hemen ve tamamen üstlenilmeli ve Kamu İhale Kurumu yeniden yapılandırılmalıdır.
  5. Merkez Bankası dahil düzenleyici ve denetleyici kurumların idari ve mali özerkliği sağlanmalı ve bu kurumlardaki orta ve üst düzey personel hemen görevden alınmalıdır.

-Sizce hükümet bu tür ilişkilerin yolunu ne gibi yasal düzenlemelerle kesebilir?

Yolsuzluk literatüründe “cezasızlık” diye bir kavram bulunmaktadır. Cezasızlığa inanıyorsanız yaratıcılığınızda sınır kalmıyor. Uzun süreli AKP iktidarları, bürokratları ve siyasetçileri cezasızlığa inandırdı. Onlar da sınırsız yaratıcılıkla kamu kaynaklarını israf etti ve şahsi çıkarları için kullandılar. Yani yolsuzluk yaptılar. Yeni bir düzenlemeye gerek yok aslında. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda harcama süreçleri ayrıntılı bir biçimde açıklanmaktadır. Aynı kanunun hesap verebilirlik maddesine göre “Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır.”

İlgili kurumlar ve kurallar etkili biçimde çalıştırılırsa kamu kaynaklarını israf edenler ile rüşvet ve yolsuzluğa bulaşanlardan doğrudan hesap sorulur.

-Altılı masa bu konuyla ilgili olarak kamu maliyesindeki gerçek durumun ve geleceğe yönelik yükümlülüklerin tespiti, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e işlevsellik kazandırılması, Merkez Bankası bağımsızlığının teminat altına alınması ve uzun vadeli strateji ve planlamadan sorumlu bir kurumsal yapının oluşturulması konularında çalışmak üzere Kurumsal Reformlar Komisyonu kurulacağını açıkladı. Sizce bu çalışmalar halkın kafa karışıklığını ve endişelerini gidermek için yeterli oldu mu?

Kurumsal Reformlar Raporu 3 ana başlık altında önermelerde bulunuyor. Adı üzerinde “Altılı Masanın Uzlaşı Raporu”. Bu nedenle de oldukça soyut bir metin. Halkın kafa karışıklığını gidermek için ekonomide ve kamu yönetiminde yapılacakların ayrıntılı olarak ve takvim vererek açıklanması gerekiyor. Anladığım kadarıyla altılı masanın etrafındaki partiler ekonomi yönetimi konusunda çok da benzer düşünmüyorlar. Partiler farklı ekonomi politikaları açıklıyorlar. O politika metinlerde farklı eylem planları öngörüyorlar. Altılı masanın AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemde hazırlamış olduğu “Acil Eylem Planı” benzeri ayrıntılı bir metni hazırlaması zor gibi görünüyor.

-CHP ayrıca yeni bir Kamu İhale Yasası’nı uygulamaya alacağını vadediyor. Bu yeterli olur mu?

Kamu İhale Kanunu’nun AB kamu alımları direktiflerine uyarlanması, Kamu İhale Kurumu’nda yetkin uzmanlara yer verilmesi ve kanunun etkili biçimde uygulanması durumunda ihale yolsuzluğu sorunu önemli ölçüde çözülür.

-Başka ülkelerde bu tür yolsuzlukları önlemek için ne gibi önlemler alınıyor, ne gibi denetleyici ve düzenleyici kurumlar oluşturuluyor? Bu kurumların bizde de kurulması mümkün mü?

Türkiye yolsuzluk konusundaki hemen hemen bütün uluslararası anlaşmalara taraf, gerekli mevzuata ve kurallara sahiptir. Ancak uygulama kararlılığı son derece yetersizdir. Nitekim Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin Türkiye gözden geçirme raporlarında uygulamadaki sorunlar sıklıkla gündeme getirilmektedir. Bu raporlarda kuralların ve kurumların etkili biçimde çalışmadığı ifade edilmektedir. Nitekim Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin yolsuzluk algısı sıralamasında Türkiye 180 ülke arasında 96’ncı sıradadır. AB üyesi ülkelerin tamamının gerisindedir. Yolsuzlukla mücadele için kurum kuran ülkeler bulunmaktadır. Ancak yolsuzluk literatüründe merkezi yolsuzluk kurumlarının daha kolay kuşatılacağı ve bu nedenle de yolsuzlukla etkili şekilde mücadele edilemeyeceği söylenmektedir. Yapılması gereken merkezi bir birim kurmak değildir. Türkiye’de yasal çerçeve ile uygulama arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Uygulamalar yasalarla çelişmekte ve yasalara uyulmamaktadır. Uygulamalar, yasaların çok gerisinde kalmaktadır. Bu sorun ancak hükümetin yönetişim ilkelerini hayata geçirmek adına göstereceği güçlü bir siyasi iradeyle aşılabilir.

‘Garantileri yurttaşlar uzun yıllar ödeyecek’

-AKP iktidarı döneminde projeler genellikle ihtiyaçtan değil siyaseten belirlendi. 20 yılda 20 bin kilometrenin üzerinde bölünmüş yol yapıldı. Şimdi bu yolların yanına otoyol yapılıyor. Şehir hastaneleri açılırken mevcut devlet hastaneleri kapatılıyor. AKP iktidarı döneminde Hazine yap-işlet-devret projeleri kapsamında ne kadarlık yükümlülük altına girdi? Araç garantisiyle yapılmış Osmangazi Köprüsü, Çanakkale Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve otoyolların tek tek maliyetleri nedir?

AKP hükümeti özelleştirmelerle cumhuriyetin birikimi olan tesisleri sattı.1986 yılından beri yapılan 71 milyar dolarlık özelleştirmenin 63.6 milyar doları AKP hükümetleri döneminde yapıldı. KÖİ projeleriyle de 150 milyar doların üzerinde gelir garantisi verildi. Böylece de ülkenin geleceği satıldı. Bu garantilerin 81 milyar doları şehir hastanelerine, 40 milyar doları köprülerde ve otoyollarda ve 35 milyar doları da Akkuyu Nükleer Santrali’nde verildi. Uzunca yıllar bu garantiler yurttaşlar tarafından ödenecek. Yurttaşlar bu ödemeleri hizmet bedeli olarak ya da vergileriyle yapacak. Döviz kurundaki artış Hazine’nin yükünü daha da artırdı.

-Döviz kurundaki artış bu tür projelerdeki garanti ödemelerini ne kadar artırdı?

Şehir hastaneleri dışındaki sözleşmelerde gelir garantileri döviz üzerinde veriliyor. Şehir hastanelerinde ise enflasyon ve döviz artışından hangisi daha büyükse garanti ödemesi o artışa göre zamlanıyor. Sözleşmelerde gelir garantisi hangi döviz cinsinden veriliyorsa garanti ücretleri o dövizin bölgesindeki enflasyona göre artırılıyor. İşletmeciler kredileri ödemedikleri takdirde bakiye borçları Hazine üstleniyor. Sonuç olarak işletmecilerin finansal yüklerinin tamamını devlet üstlenmiş oluyor. Düşünsenize, dolar kuru 1 TL arttığında Hazine’nin üzerine düşen yük 150 milyar TL. 2 lira artarsa yük 300 milyar TL. Ucu açık bir yük bu.

-CHP bu tür garantili projeleri kamulaştıracağını açıkladı. Sizce bu mümkün mü?

Öncelikle kamulaştırma ve devletleştirmenin ne olduğunu açıklayayım. Her ikisi de anayasal kavram ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda tanımlanmaktadır. Devlet kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek bedelini ödeyerek özel mülkiyete konu taşınmaz malları kamulaştırabilir. Kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüslerin, kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde gerçek piyasa değeri üzerinden devletleştirilebilir. Her iki durumda da kamu yararı olmalı ve kamulaştırmaya tabi taşınmazların ve devletleştirmeye konu teşebbüslerin gerçek bedellerinin ödenmesi gerekmektedir. Bu şirketlerin isteyeceği de bir davranış biçimidir. Gerçek bedeller ödenmeden el konulması durumunda hukuksuz bir işlem yapılmış olacaktır.

‘Projeleri siyaset belirliyor’

-2016-2040 arasında Türkiye’nin altyapı yatırım ihtiyacının 975 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Hazine’nin bu yükle yeni yatırımları finanse etmesi mümkün mü? Yeni kaynak bulmak için neler yapılması gerekiyor?

İktisatta fırsat maliyeti diye bir kavram bulunmaktadır. Kaynaklarınızın sınırlı olduğu durumlarda önceliklendirme sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda da her tercih bir vazgeçiştir. Proje döngü yönetimi çerçevesinde önce ihtiyaç analizi yapılmalıdır. Örneğin, Ankara’nın nüfusu 300 bini aştığında bir trafik sorunu ortaya çıkacaktır. Bu sorun metroyla mı karayoluyla mı ya da yer üstü banliyö hatlarıyla mı çözülecektir? Bu soruların cevaplarının değerlendirilmesi ihtiyaç analizi yapılmış olunur. Teknik yöntemden sonra fizibilite yapılır. Fizibilitede ihtiyaç duyulan ölçek belirlenir. Sonra da geleneksel yöntemle mi KÖİ ile mi satın alma yapılacaktır, buna karar verilir. Sonrasında da ihale ve sözleşme tasarımı aşamalarına geçilir. Türkiye’de kamu yatırım projelerinde böyle bir süreç izlenmiyor maalesef. Siyaset projeyi belirliyor. Devlet memurları bu projelere ihtiyaç yaratmaya çalışıyorlar. Yani Türkiye’de ihtiyaçtan projeye değil, projeden ihtiyaca gidiliyor. Partili devlet memurları projeleri yapılabilir kılmak adına fizibilitelere bin bir takla attırıyorlar. Sonuç olarak gerçek anlamda ihtiyaç duyulmayan devasa projelere kaynak harcanıyor. Diğer projelere kaynak kalmıyor. Bizatihi AKP Eskişehir Milletvekili, eski bakan Nabi Avcı söyledi. Kendisi Eskişehir’de göğsünü gere gere Çanakkale Köprüsü’nün tanıtımını yapamıyormuş. Eskişehirliler kendisine “Tamam, çok güzel, aferin, Çanakkale Köprüsü’nü yaptınız. Ama bizim Kırka, Alpu ve Sarıcakaya yolları ne olacak” diyorlarmış. Biz de bunu söylüyoruz. Türkiye’nin kaynakları her şeyi aynı anda yapacak kadar fazla değil maalesef.

‘Kanal İstanbul’un yapılma şansı yok’

-Hükümetin ısrarla yapmayı planladığı projelerden birisi de Kanal İstanbul. Sizce bu projenin yapılması gerekli mi?

Kanal İstanbul tam bir rant projesidir. Dünyada örneği olmayan, çevre düşmanı bir projedir. Karayolu, demiryolu ve havayolu trafiğinin olmadığı zamanlarda taşımacılık gemilerle yapılıyordu. Para ve zaman maliyetlerini düşürmek için denizyollarının kısaltılması gerekiyordu. Bunun için de kanallar yapılıyordu. Örneğin, Panama Kanalı deniz yolunu 12.530 km. kısalttı. Benzer biçimde Süveyş Kanalı da 8.200 km. tasarruf sağladı. Kanal İstanbul ne tasarrufu sağlıyor? İstanbul Boğazı’ndan geçen gemi sayısı düşüyor. 300 mt. üzeri gemi geçmiyor. 250-300 mt. arası geçen gemilerin oranı yüzde 3. İstanbul Boğazı’ndan geçen büyük gemiler kılavuzluk hizmeti alıyorlar.2012 yılından beri LNG gemilerin geçişini yasakladık. Çünkü Montrö Sözleşmesi bize Boğazlar’ın yönetimi konusunda yetki veriyor. Kanal İstanbul Boğazlar’ın yönetimi konusunda Türkiye’ye büyük yetkiler veren Montrö Sözleşmesi’nin statüsünü tartışmalı hale getirecektir. Bu da Türkiye’ye ayrı bir zarar verecektir. Montrö Sözleşmesi’ne göre Türkiye Boğazlar’dan geçen gemilerden ücret tahsil edebiliyor. Yıllardan beri yazıyorum ve söylüyorum: Boğazlar’dan geçen gemi ücretlerini kat be kat artırma hakkımız var. Nitekim İstanbul Boğazı’ndan geçiş ücreti Ekim ayında beş kat artacak. Sözleşmeye göre 22 kat artırma hakkımız var. Bu hakkımızı 1980’den beri kullanmıyoruz. Milyarlarca dolar para kaybettik. Gerçek ücreti uygulasak hem gelirimiz artacak hem de yüksek ücret nedeniyle gemi taşımacılığı başka modlara kayacak. Böylece de Boğazlardan geçen gemi sayısı düşecek. İnsanları korkuttukları gemi kazaları da olmayacak. Daha da önemlisi Türkiye’nin bu kanalı yapacak kaynağı yok. Uluslararası finans sistemi çevreye zarar verecek projelere kredi vermiyor. Bu nedenle de kanalın yapılma şansı bulunmuyor.

‘Atatürk Havalimanı’na pist yapılsaydı yeni havalimanına gerek kalmazdı’

-Yapılması elzem olmayan projelerden birisi de İstanbul Havalimanı. Sizce bu proje yapılmasaydı Türkiye ne kadarlık bir kazanım elde etmiş olurdu?

Kanal İstanbul gibi İstanbul Havalimanı da çevreye zarar veren bir rant projesidir. Atatürk Havalimanı 2018 yılında dünyanın en güzel üçüncü havalimanı seçildi. Atatürk Havalimanı’na 2.5 milyar dolara ilave bir pist yapılsaydı İstanbul’un hava trafiği sorunu çözülmüş olacaktı. Oysa hükümet 10 milyar euro yatırım maliyetine sahip yeni havalimanını yaptı. Havalimanının yapıldığı arazinin yüzde 86’sı göl ve tarım/orman arazisi. Yüzlerce yıllık ağaçları kes, yerine havalimanı yap, sonra gel Atatürk Havalimanı’na millet bahçesi yap. Tam bir kaynak israfı.

-Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, İstanbul Havalimanı’nın açılmasından bu yana ekonomiye 80.7 milyar euroluk katkı yaptığını açıkladı. Bu doğru mu?

Neye göre hesap yaptığını bilmiyorum. Ancak çok kıymetli tarım ve orman arazilerini kaybettiğimizi biliyorum. Madem proje bu kadar kârlı, havalimanı işletmecisinin her yıl devlete ödemek zorunda olduğu 900 milyon euro tutarındaki kiraları neden ödeyemiyor. 3 yıllık kira 25 yıllık sözleşme süresinin sonuna atıldı. “Uzun vadede hepimiz öleceğiz” felsefisine inanıyorlar. “O zamana kadar yaşayanlar düşünsün bu derdi” diyorlar galiba.

‘Sayıştay’a çok iş düşecek’

-Sayıştay birçok ihale ve yolsuzluk hakkında rapor hazırlıyor ancak bunların yargıya intikal etmesi mümkün olmuyor. Burada daha işlevsel bir sistem nasıl kurulabilir?

Sayıştay denetçilerinin yetkilerini önemli ölçüde kısıtladılar. Denetçi raporları rapor okuma komisyonlarında gözden geçiriliyor. Komisyonun raporlarda beğenmediği kısımlar budanıyor. Ola ki denetçi raporu komisyondan geçti ve kamuoyuna mal oldu. Denetçiyi hemen daha önemsiz kurumlara gönderiyorlar. Denetçilerin de direnme gücü bir yere kadar. Ancak devran döndüğünde Sayıştay’a çok iş düşecek.

-Hükümet ve bürokraside liyakatsiz atamaların ve çoklu maaşların önü nasıl kesilir?

Belirli kurumlarda yapılacak üst düzey atamalarda belirli kriterler getirilmelidir. Hayvanat bahçesi müdürleri TÜBİTAK’ta idareci olamamalıdır. Merkez Bankası, Rekabet Kurulu, BDDK, SPK ve Kamu İhale Kurulu gibi birimlerin üyeliklerinin mesleki tanımları çok rahat yapılabilir. O zaman da atayanların takdir yetkileri kısıtlanmış olur. Çoklu maaşlar yasal bir düzenlemeyle kısıtlanabilir. Devlet memurluğu zengin olma aracı değildir. Devlet memurluğu amatör bir duyguyla yapılmalıdır.

Paylaş:

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu